22 Ağustos 2023 Salı

Anı: Sana Gitme Demem


    SANA GİTME DEMEM

 

Gülün dikenine konan kelebeğim.

Narin elleri buz gibidir şimdi. Mavi gözleri gri çökük. Pencereyi açıp serin İzmir sonbaharına baktım. İnsan sevdiğine çektirirmiş, şöyle ağız dolusu küfür edesim var ona. İsyan etmek yasak bizim evde, susmak sessizce kimseye belli etmeden üzülmek, kapalı odalarda ağlamak doğru olan. Harcayacak gücüm de yok zaten. Bittim. Biteli aylar oluyor. Uzak tuttuğumu sanırken, ölüm ağzıma yakıştıramadığım bir sözcükken, kalbime doldu taşıyor. Sinsice bekleyen dev bir canavar gibi duruyor kapımızın önünde. 

Asansör kalabalık yine. İçindeki insanlarla birbirimize, bizim göremediğimiz bir bağla bağlayan tek ortak yanımız var. Onlar da bahsetmiyor ve isyan etmiyor. Susmak daha zor oysa.

Kapısı açık odaların içinde yaşananlar renklenmiş, gözüme vuruyor. Hastane değil resim galerisi sanki. Boya kokusu geliyor her odanın beyaz soğuk duvarından. Burnum yanıyor. Etrafta serkeş gezen hüzünlü bir başkaldırı, tabloların yalansızlığı buraya yakışmamış. Renkler gerçek yalan olan bizleriz. Kalacak olanlar ve gidecek olanlar. Kalacaklar yalan gidecekler gerçek. Her an orayı terk edebilir ya da renklerini yere akıtıp ardında gri kara soluk bir tablo bırakıp gidebilirler. Odaya birkaç adım kaldı. Son tablonun önünde durdum, oyalandım. Ha gayret, giriverdim içeri.

Kocaman bir gülüşle. Öyle büyüktü ki gözlerimin yaşı ışıl ışıl parladı. Kelebeğim kanatlarını çırpıyor. Annesini kreşin kapısında gören küçük bir çocuk gibi. Ne zaman annen oldum ben. Keyifli bir kahkaha ile girdim içeri. Her şey yolunda anneciğim, merak etme. Sen gidince biz hiç üzülmeyeceğiz senin emin ellerde olduğunu bilerek mutlu mutlu yaşamayı sürdüreceğiz. Rahat rahat git sen kelebeğim, dudak kenarımdaki kalkık çizgilerde böyle söylemek yersiz fakat gerçekleşiyor. Grileşmiş gözlerinde bizi bırakmak istemediğini görüyorum. Üzgün bakıyorsun, gitmekten korkuyorsun sanırlar. Merak etme, sana gitme demem kelebeğim.

Böyle anlarda hep çocukluğumu, içine sıcak süt koyduğun kırmızı termosu anımsarım. Nerede acaba o termos? Sütün yanına geceden yapılıp bırakılan mozaik pastalar geldi aklıma şimdi. Kokusu evin her tarafını sarardı. Gecenin bir yarısı Mesut ile uykumuzda sırıtırdık. Her öğlen işten eve gelip yemeğimizi ısıtırdın sen. Ders çalıştığımız odada sobayı harlardın ya, mozaik pastayı erimesin diye salondaki masanın üstüne bırakırdın. Süt soğumasın diye kırmızı termosta.

Aklıma şimdi geldi, sen hangi ara öğle yemeğini yiyordun o zamanlarda? Yemiyordun değil mi? Yemeden iş başı. Bir de dikiş dikerdin sürekli. 18 yaşıma kadar giydiğim en gözde elbiselerim, montlarım, askılı bluzlarım senin diktiklerin. Hâlâ da öyle galiba! Her bayram yenilerimiz olurdu. Büyük bir özenle temiz tutar sonraki bayramda da giyebilmek için saklardık. Ama üzerimize olmazdı, küçülürdü. En derin hayâl kırıklığını yaşardık o zaman. Sırf biz mutlu olalım diye otururdun meşhur dikiş makinesinin önüne. Mutfak ocağının altında kocaman bir fırınımız vardı. Bizim zenginliğimizdi o ve içinden mucizeler çıkaran sen!

 Ciğerine takılı hortumu hemşire çıkarırken gözünü benden ayırmadı. Gıkı çıkmıyor. Gözlerindeki kalabalık, acısı dolu. Geçecek kelebeğim bitecek. Hiçbir şeyin unutulmadığı her şeyin anımsandığı minicik bir an olmaya görsün. Su yeşili gözleri gizlendiği yerden parlayan bir yıldız gibi çıkıverdi. Yıka beni…

Açılan berrak alnının altında pembeleşti. Cömert bir gülücük yayıldı yanaklarına. Bir an dünyanın nimetlerini yaşamaktan keyif aldık ikimizde. 

Magmalaşmış bir anne sızısı çörekleniyor içime. Gözümde canlanan her bir karenin içindeki o tek varlık. Bir daha asla görmemek ve koklayamamak. Küçücük bir kız çocuğuyum, masum. Ürkek, ihtiyar bir kadın gibi güçsüzüm, yorgunum. Dört yaşımdaydım, kreşe bıraktığı ilk gündü. Merdivenlerinden ince topuklu ayakkabılarının melodik sesiyle uzaklaşıyordu. Anne, anne gitme, diye bağırdım. Koşarak geldi yanıma sımsıkı sarıldı bana. Seni asla bırakmam. Attığım çocuksu çığlığın yüksek notalarını duyuyorum şimdi. Yine o büyülü ayakkabı sesini duyana kadar aynı coşkuyla bekledim seni.

Bezi hafifçe aşağıya doğru çektim. Kalbinde mor menekşeler ve göğüs kafesinde kırmızı güller açmış. Güneşe yüzünü çevirmişçesine tavandaki floresan lambaya kalktı kafası. Alnındaki gergin kırışıklık yok oldu ve dudakları inceldi, yayıldı. Gülümsedim. Ayaklarım geri giderek girdiğim ıslak odadan çıkmak istemiyorum. Ama sana gitme demem artık.

 

 

Hiç yorum yok: