11 Aralık 2015 Cuma

Kitap Kapakları


Yarından Önce ilk roman. 2016'da tükendi. Yakında ikinci baskı ile okurlarla buluşacak.
Aşk Köpeği ikinci kitap. 2015'te ilk baskı çıktı. Tüm kitapçılarda mevcut...
Çok yakında bir öykü kitabıyla okurlarla buluşacağım...

22 Kasım 2015 Pazar

İçimde Büyüyen



Bir mucize gerçekleşiyor. İçimde bir insan büyüyor. Bunun farkında olmak Tanrı’nın varlığına yemin etmekle aynı şey sanki. Karnımda yüzlerce kelebek uçuşuyor, yüzümde gülücükler açıyor. İliklerime kadar seni hissediyorum. Kadınları yadırgamayın. Onlar doğursun. Ne başarı, ne terfi, ne aşk, hiçbir şey bir bebeği dünyaya getiriyor olmanın hazzının yerine geçemez. Hayat boyu mutluluk diye yaşanan ne varsa hepsi toplanıp insanın içine konuyor. Hani güzel bir rüya görürken birden uyanır ve tekrar uyuduğunda aynı rüyaya kaldığın yerden devam etmek istenir. Bebeğimle her sabah ve her gece en güzel rüyamı yaşıyorum.
Cennet annelerin ayakları altında. Evet, öyle. Gerçekten öyle. Ben onun üstünde doyasıya keyfini sürüyorum. Kerem, cennetimin meyvesi. Daha yüzünü görmeden, sesini duymadan hiç bitmeyecek bir aşkla sana bağlandım. Koşulsuz, şartsız. Hücrelerim, kalbim, tüm uzuvlarım senin için canlanıyor. Sevgi de seninle beraber içimde büyüyor. 
Dünyaya gelmek için çok çalışıyorsun. Bu uzun yoldan gelişini anbean izliyorum. Hele bir gel. Nur yüzünü görüp, güzel sesini bir duyayım o zaman bu haz katbekat artacak. Bu büyü artarak devam edecek. Aşkım dağlar kadar ulu ve evren kadar bitimsiz olacak. Anne olmanın keyfini seninle tadacağım. Mutluyum Kerem ve hiçbir şeyden korkmuyorum. Cesaretim sevgimden besleniyor ve doğum günün yaklaştıkça sevgi ile beraber cesaretim de artıyor. Bu gücü sen veriyorsun bana, güzel bebeğim. Karmaşık duygular içerisindeyim ama yine de içimdeki aşk hiç yok olmuyor. Aksine her geçen gün öyle çoğalıyor ki beni taşıyor; çevremi ve etrafımdaki herkesi sarıyor. 
 Mucizesini göstermesi için vücudumu verdiğim fedakâr bir tanrı görevlisiyim sanki. Rahmim, yumurtalıklarım onun birer askeri. Tanrım, içimde büyüyen sen bana onu gösteriyor. 
Seni kucağıma almama iki aydan az kaldı. İflah olmaz bir özlemle bekliyorum. Tatlı bir sabırsızlık sarıyor yüzümü, ellerimi. Titriyorum. Rüyalarım her zamankinden çok gerçek dışı ama hayallerim daha bir ulaşılası. Sevmek, sevilmek, var olmak, yaşadığını hissetmek, başarmak, yaratmak, bunların hepsinin bir arada olduğu bir oluşumun içinde kendimi üretiyorum. Aşk yeni anlamlar kazanıyor, çeşitleniyor. Güzellik kavramı bende yeni anlamını buluyor.
Şimdi bunları yatağıma uzanmış yazarken, karnımın üstünde defterim, sol elimle kalemi diğer elimle karnımı-seni tutuyorum. Çağlayan duygularımı deftere döküyorum. Sen de beni duyuyor ve yanıtlıyorsun. Okşuyorsun içimi. Ellerini hissediyor, kalp atışını dinliyorum. Bebeğim, bu senin güncen. Senden geldiği gibi dökülüyor satırlara kalemimden. Aşk sözcükleri beni aşıp kitaplara giriyor.  Anlatmaya ne sayfalar ne de mürekkepler yetiyor. Dünyayı dolduruyor. Taşırmadan, israf etmeden tamamlıyorum boşlukları. Buna evlat sevgisi deniyor öğreniyorum.



2 Kasım 2015 Pazartesi

AŞK KÖPEĞİ



…Burada, insanların kurduğu şehirlerde korku var. Bazen insanların yüzlerine bakmak bile korkuyu görmeye yetiyor. Öyle ışıksız ki, ödüm patlıyor…

Şeytana satılmış ruhlar, gem vurulamayan hırslar; tertemiz kalbiyle cendereye sıkıştırılmış bir kadın...

Ve bizi insanlığımızdan utandıracak bir köpek...

‘‘Yarından Önce’’nin yazarından yine nefesleri kesecek bir başucu kitabı...


25 Şubat 2015 Çarşamba

"Aşk Köpeği" Kitaptan Bölüm 1






AŞK KÖPEĞİ / ROMAN - BİRİNCİ BÖLÜM

Bekleme odasında gözleri uyumaktan balon gibi, derinden gelen müziğin uğultusu beyninde çınlar halde oturuyordu. Duvardaki renkli tablo, odanın köşesinden gelen sarı ışık hoş bir ambiyans yaratmıştı ama her şey onun gözünü kamaştırıyordu. Çok bitkindi. Tablodaki renk yansımaları ışıkla birlikte beyin kıvrımlarında met cezir misali dalgalar yapıyordu. Burada bulunmasının tek sebebi sakinleştirici ilaçlara bir an önce kavuşmaktı sadece. Hapları içtiğinde başka başka diyarlara gidiyordu. Hayatı unutuyor, kendisine yeni bir gerçek kuruyordu sanki. Olmayacak, hiç olmamış gerçekler denizinde bomboş yüzüyordu o zaman. Umarsız. Unutmak en güzeliydi her şeyi. Boşlukta salınmak, alık alık öyle bakmak dünyaya ne de güzel oluyordu. Anlık rahatlamalar, geçici huzur o anda yetiveriyor, kendisine geldiği anda da çöp tenekesinin içinde gibi hissediyordu birden kendisini. En acı andı işte o an. Kullanılıp atılmış çöp olma anı. Vücudundan iğrenç bir koku yayılıyor, tüm güzelliğinin, alımlı halinin aksine dünyanın en kirletilmiş beyni duruyor oluyordu kafasının içinde. Sonra yine o büyülü rengarenk hapları içiyor, içmesiyle hemencecik arınıveriyor, boşalıyor ve dünyanın en temiz insanı oluyordu. Ruhu temiz, vücudu parlak, kafası ise berrak ve boş. Sekreter yine değişmiş, dedi içinden. Bu sefer ki eskisine göre daha donuk ama genç suratlıydı. Gözlerinden zift karası otoyollar Peri’nin iliklerine hızla akıyordu. Sevmedi o kara bakışları. Zebani misali cehennem bekçiliğini yapıyordu korla dolu odanın. Doktorda da keza; sahte bir coşku, sözcüklere dahi ağır gelen ağdalı ve suni hareketler, özlemle bekleyen Azrail meleğinin hoş geldin nidaları vardı sanki. Üzerindeki o pembe döpiyes gözünü alıyordu acı acı. Sapsarı saçı acı çeken ruhların sarı alevlerin arasındaki çırpınışlarını andırıyordu. “Gel, otur bakalım.” Dedi aynı bayağılıkla. Peri, her geldiğinde hissettiği o tekdüze duyguyu yine hissetti. Neden gelmişti ki buraya. Her buraya gelişinde hep bilinci bulanık oluyor ama aklı yerinde duruyordu. Aklı berrakken sorguladığı şeyleri umursamaz oluyor, uyuşmuş bir ruhla suni huzurla ayrılıyordu hep yanından. Evden sokağa en değerli eşyasını unutmuşçasına deli fişek gibi çıkıp koşa koşa buraya geldiği için kendisinden utandı. Aç kurtların leşlerin üzerine çullandığı gibi üşüşmüştü aksak, bağımlı hücreleri beynine. Doktor konuştukça serseri hücreleri daha çok deliriyor, dizginlenemez hırçın bir yarış atına dönüşüyordu. “Geçen verdiğin haplar bitti. Biter bitmez gel, yenisini veririm demiştin. Geldim işte….. Bir an önce alıp gitmek istiyorum.” “İlaçlar kaçmıyor. Gel konuşalım biraz.” Doktor kahkaha attı sinsice. Dişlerinin otuz ikisini de sayabiliyordu. Ağzına ay parçası kaçmış gibi parlıyorlardı. Göz alıcı pembe giysisi, göz bebeklerini rahatsız eden çiğ sarı saçları ve insanı morgda, ölü beden gibi hissettiren beyaz kocaman ağzından iğreniyordu artık. Eskiden beraber yaşadıkları onca şeylere rağmen çok yabancıydı bu bakışlar bu tavırlar. Hoş sadece doktor arkadaşı değildi onun yabancılık hissettikleri; kocasını, evini, işini, dünyasındaki her şeyi başka bir boyuttan gelmiş ucube yaratıklar gibi görüyordu. Psikiyatristi eski bir tanıdığıydı. Tanıştıklarında o bekar, doktorsa evliydi. O zamanlarda Peri, doktor ve eşi birlikte üçlü bir grup olup, günlerin tadını çıkarıyorlardı. Kış tatilleri, tekneyle açılmalar, her hafta sonu yemekli, danslı, bol eğlenceli partiler yaparlardı. Sonra bir gün birden bire kocasından ayrılıverdi doktor. Güya adam onu terk edip gitmiş, nereye gittiğini de söylememişti. O dönemlerde sıkı fıkı iki arkadaş olduklarından, yine bol eğlenceli bir hafta sonu partisinde Peri’yi müstakbel kocası ile tanıştırdı doktor arkadaşı. Peri, iş kolik derecesinde işine bağlı, ne aşk meşkte ne de flörtte gözü olmayan, sert bir iş kadınıydı o yıllar. Aşka meşke kafa patlatmaktan hoşlanmıyordu her nedense. Hatta babası onun evde kalacağı korkusuyla türlü türlü alavere dalavereler çevirir, olmadık insanlarla tanıştırır, sonra da komik duruma düşerdi. Holding sahibi zengin babaya yaranmak için, genç adamlar Peri’ye kibar ve ilgili davranmaya çalışır, karşısında bin bir taklalar atıp bir türlü Peri’nin gözüne giremezlerdi. Yoğun iş temposuyla geçen birkaç yılın ardından doktor arkadaşı o gece tanıştırmıştı adamı. Diğerlerinden farklıydı adam. Aslında Peri özel bir kişi olduğunu düşünmüştü. Mesela Peri ile ilgilenmiyor görünüyor, bu Peri’yi deli ediyordu. Onu elde etme hırsı her geçen gün ateş topu gibi tüm bedenini sarmaya başlıyordu. O güne kadar ona ilgisiz kalan hiçbir erkek olmamışken bu adam hem yakışıklı, akıllı hem de sırnaşık biri değildi sanki. Her şeyden evvel her konuda onunla tartışabiliyor, babasınaysa yaranmaya uğraşmıyordu. En sonunda adam kızı sırılsıklam aşık etti kendisine. İşte her şey böyle başladı. Yani kötülerin kazandığı iyilerin yerden yere vurulmaya başlandığı cehennem günleri. Bu hikayede iyi olan tek bir canlı vardı o da asil olan o sokak köpeğiydi. Diğerleri insandı ve onlar ne kadar bilge ve görgülü olurlarsa olsunlar bir köpek kadar temiz duygulara ve saf bir akla sahip olamayacaklardı……………. Doktor yineledi lafını. Bu sefer sinsi kahkaha yerine eski dostu olduğunu hatırlatmaya çalışır yapay bir gülüş takınmıştı. “Gel, konuşalım biraz. Eski günlerimizden bahsederiz..” “Ne konuşacağız ki.. Ne kaldı konuşacak. Hem konuşmak babamı geri getirecek mi?” “Hala babanın ruhunun köpeğin içinde olduğunu düşünüyorsan konuşacak çok şey var demektir…” Manalı sırıttı Peri. Ona ne anlatsa anlamazdı çünkü. Kaç yıllık kocası da anlamıyor hatta son zamanlarda çok daha kötü davranıyordu. Onu tek anlayan ormanda bulduğu köpekti. Babasının öldürüldüğü gün bir dost kazanmıştı. Köpeği babasının öldürüldüğü yerde bulmasının bir tesadüf olmadığına inanıyordu. Saf kan ve asildi ama sokak köpeğiydi. Diğer milyonlarca köpek gibi o da insanların kurduğu sokaklarda kendi doğal yuvasını arayan ve insanlar tarafından her daim ezilen canlılar sınıfının birinci sırasındaydı. Bu köpek diğerlerinden biraz farklıydı. Bakışları bir şeyleri anlatmaya çalışırcasına manalıydı. Konuşsa dünyayı yerinden oynatacak şeyler söyleyecekmişçesine ağır oturaklı insan gibiydi adeta. Köpek eve geldi geleli içinde tarifsiz bir huzur ve güven vardı. Düşmanın koynunda yattığının farkında değildi. Çünkü onu koruyan bir melek vardı. Bu melek bir köpekti.....................


16 Ocak 2015 Cuma

TEŞEKKÜR: Hediye

Bugün eskimeyen bir dost günü. Bilgisayarın önünde boş sayfaya boş sayfa bana bakarken cıvıltıyla kapı zili çaldı. Cıvıltıyla çaldı evet; ardından gelen sevgi, coşku ve özlemi en derinimden hissetmiştim. Kargocu kocaman bir kutu tutuşturdu elime! Beklenmedik, sevgi ve güzellik dolu hayat kadar büyük bir kutu. Heyecanla yırttım poşeti. Yanılmamıştım. İçinden bir tutam güneş, biraz hasret, biraz sanat ve biraz da hatırlanmak ve daha neler çıktı. Rengarenk, sevgili minik hediyesinde güzel gözlerindeki nuru gördüm, kaleminde dokunuşu, defterinde anıları ve takviminde eskimeyen o güzel günleri. Sonsuza kadar yanacağını bildiğim çakmağıyla bir sigara yaktım, bir kahve yaptım. Sonra, koydum önüme o defteri, aldım elime akdenizin mavisi gibi güzel mavi renkli kalemi yazdım yazdım… Sonra adını koydum. Adı HEDİYE oldu…

Eskiz