Yavaşça
yanına uzanıyorum. Öyle yavaş ki kendi nefesimi duyuyorum. Tutuyorum. Yanında
iri duran cüssem istemsizce çarşafa sürtünüyor. Off… Devasa bir gürültü
çıkıyor. Bir taşla iki kuş vurayım diye üzerinde eğreti duran yorganımsı
battaniyeyi bacaklarına örtmeye kalkıyorum. Sürtünme sesleri birbirine karışıp
bitiversin. Battaniyenin çarşaftaki
yolculuğu uzun. Yolculuğun bitmesini izlerken dudağımı ısırıyorum. Benim olağan
hareketim. Ak ve boğumlu minik bacaklar, cenneti havada tutan iki sevimli sütun.
Onlara dokunmamak için sık dişini, ısır dudağını. Bir oh çekiyorum. Tabi
sessizce. Yolculuk bitiyor. Tutmakta olduğum nefesi öyle bir bırakışım var ki
ezelden açık olan göğüs uçlarım ürperiyor. Sağa sola bakabilecek kadar bir
tutam ay ışığı oynuyor üstünde. Işığın bana gösterdiği pembe yanaklara,
dayanamıyor, hafifçe dokunuyorum. Parmağımın ilk boğumun ucunda bir titreme.
Eyvah uyanıyor derken sadece kıpırdanıyor, yan dönüyor. Şimdi minik ağzı koynumun hizasında. Mememin
şişkin ucuna değiyor. Kollarımı koyacak
yer buluyorum. Dünyam koynumda. Kollarım yerinde. İşte. Dedikleri tüm ömre
bedel an. Öylece durmak var, sabah olana dek. O ay ışığını üzerimize salan tül
perdenin açıklığını kapatmayı unutuyorum. Ay ışığı da bizle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder