SON RESİM
Banka oturdum. Gün batarken, bir dakika
bile olsa, gözlerimin hizasına gelmeni bekliyorum. Yanımda deniz, önümde sen,
üçümüz baş başayız, o gün gibi. Sessizlik istiyorum. Dünya telaşı,
bilirsin. Yürüyenler, koşanlar, oturanlar. Altıma kıvrılmış kedi,
arkamdaki uzun ağacın yaprakları, dala konan kuş, kaldırım taşlarının ritmi, dalganın
betona vuruşu. Ne çok ses var. Senin öncende kalıyor hepsi. Dünya telaşı
dediğime bakma sen, düpedüz senin gidişinin telaşı işte.
Artık daha iyi hissediyorum seni. O günden sonra hele, bana bir şey oldu. Bir köpeğin, bir kedinin o güçlü, mükemmel algısı var bende, duyargalarım hiç durmuyor. Cemre düştü. Burnum bayram etti, kulaklarım her şeyi duyuyor artık. Denizin, kedinin, asfaltın kokusu, sesi. Seni iliklerimde hissediyor, içine giriyorum; içime giriyorsun. Asfaltta tekerleğin ciyaklaması, akşamın iniltisi. Rüzgâr esiyor kulaklarıma. Biraz hırçın, ona kalsa esip gürleyecek ya, sen varken. Hükmediyorsun ona. Çekiniyor, korkuyor senden. Ben de nasıl korkmuştum! Korkum yok artık, korkacak bir şeyim kalmadı ki, şimdi sana tutkuyla bağlıyım ben. Tam bu anlarda serkeş bir çırpınış başlıyor bende, kalbim çarpıyor. Gidiyorsun, bitiyor bir gün daha. Böyle böyle bitecek bir gün. Hiç bitmeyecek değil tabi. Dünle aynı, tekdüze, tekinsiz, sakınımsız. Bu canımı sıkıyor benim. Yalnızlık kadar zor. Hiçbir şeyim kalmadı bir sen varsın. Asıl bu koyuyor, ondan.
“Tartar tartar tartar…”
Bir balıkçı motoru yanaşıyor limana.
Annesinin koynuna sokulan bebeğin huzuru var motorun sesinde. Yavaşça susuşunda. Yüklü, belli. Marmara’yı boşaltmış tekneye, Silivri balıkçıları. Martılardan bile belli. Çıldırdılar!
Balık ve yosun kokusu yayılıyor sahile. Köpük sıçrıyor kaldırım taşlarına. Elim
tuz oldu, su soğumuş. Sonbahar nemi bu, kışa var daha neyse ki.
Kaptan susturunca motoru, anlaşıldı; gitme
vaktin iyice yaklaştı demek. Başlamışsındır, renklerle oynamaya. Onları da hissediyorum. Tenime yavaş
ve sinsice işliyor. Yüzüm kırmızı oluyor, ellerim alev sarısı, kollarım deniz yeşili. Şehvetli
bir kadın gibisin şerefsizim… Seversin çok. Sen yok musun sen? İnsanın aklını
alıyorsun. Âşık gibi divane geceye vuracağım ardından, dalgaların betona
vurması gibi. Ama bak şunda haklısın; ateş sarısı alaca rengin, en gözde
olanı. Hiç acelen yokmuş gibi keyfini ala ala bu renkte kalırsın ya. Of, o
güzelliğine! Karşında eriyorum işte, görmüyor musun? Biliyorsun ve
küstahça gülümsüyorsun.
Işığın gözlerimi aldığı gün, işte
tam böyle karşımdaydın. Uçuruma yuvarlandığımız o anda çizdim ben gözlerime
seni. Çizmişim. Herşeyi unuttum. Hatırlıyorum, Aysel’in yasemin kokan saçları
savruluyordu önümde ama ben sana kilitlenmiş, seni kokluyordum. Oğlum, miniğim Kemal’imin
cıvıltılı gülüşleri kulağımda… Bir o kaldı beynimdeki uğultuda. Severdi arabada gezmeyi. Uçurumun yankısında, senin
şımarık çığlığında, orada kaybolup gitti. Kemal’im şimdi yirmi ikisindeydi. Nasıl
görünür gökyüzünün pembesi, denizin yeşili, yaprakların moru? Bilmez o… Gözümde
kalan o son resmin, işte tüm gördüğüm bu.
Önünde serili denizin üstünde
kahkahaların. Dalga geçmiyorum seninle, duyuyorum onları. Sağır değilim hiç
değilse. Denizle arandaki fısıltı geliyor kulağıma; sen olmasan o renksiz
kalırmış da, sen olunca koyu coşkun mavi oluyormuş da akşamına alaca renge
dönüyormuş da, dinginleşiyormuş. Laf...
Sustu dalgalar. Sessizlik oldu.
Ardından kanat çırpınışları, zavallı martıların. Yükseğe uçmanın derdindeler
belli. Sana ulaşmaya çalışıyorlar herhalde. Güleceğim tuttu. Bana benzetiyorum
onları. Kanatlarım olsaydı, ben de…
Kızıla döndün. Veda rengin. Sana
ait değil artık, bu veda benim. Zavallı ben! Her şeyimi aldın kalleş! Ailemi,
coşkulu ve özenli hayatımı, ruhumu, aklımı… Hâlâ daha peşindeyim ya; uslanmaz
bir deli coşkusuyla, her sabah ve her akşam senin önümden geçmeni bekliyorum ya! Olsun.
Işığın göz bebeklerimden giriyor.
Tam karşımdasın şimdi. Hizama geldin demek. Beynimde resim beliriyor. Hep o
aynı resim. Görmeye ne hacet! Orada yaşıyorum zaten.
Kestane satan kadınla sözleşmişsin
yine, bağırmayı kesti birden. Zaman da susuyor. Ne büyülü
bir an. İyice devleşiyorsun. İçine alıyorsun dünyamı. Her seferinde
bir daha kapılıyorum ya sana, olacak iş değil! Senin kadar uzaktayım her şeye.
Sana yakın bir yer bulup sıkıştırdım kendimi oraya.
Yüzümü kaldırdım havaya. İmbat sonrası dinginliği okşadı yüzümü. Gösterini bitiriyorsun. Aceleci, gölgeli bir serinlik yalıyor vücudumu, hani şu aklını başına getiren cinstekilerden. Hiç işte! İmkânsız bir kavuşma bu bizimkisi. Beni bırak artık, umutlandırma, yeter! Bırak da kabulleneyim…
Arkamdaki çay bahçesinin yeni yetme
garsonu geliyor yanıma.
'Amca çay vereyim mi dünkü gibi? Güneşe veda çayı. Aysel dediydi böyle. '
'Ver.' diyorum. Bir koşu alıp
geliyor.
'Güneş kırmızısı çay, buyur amca. '
diyor.
Senin her yerde olman, her şeyde.
Benim içimdesin ya daha ne! Çayımı içiyor ve kalkıyorum.
Sopamı açıp zifiri karanlığımın
içinde, aksayarak uzaklaşıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder