KISKANÇLIK
Selim merdivenlerden hızla çıkarken eve bir an önce girip tabletinde yarım kalan oyunu tamamlayacak vakti olduğunu düşünüyordu. Dairenin kapısına geldi. ‘Nerede bu?’ Anahtarı bulamadıkça sinirlendi. Gitar dersine bir saatten az, annesinin gelmesine ise saatler vardı. ‘Hayda...’ diye söylendi kendi kendine.
Gitarı alması gerekiyordu. Eve giremezse gitarı alamaz, derse gitse de
çalıştığı besteyi çalamazdı ki eyvahlar olsundu. ‘Vedat verse gitarını, vermez
ki o da. Hem cimri hem de korkak!’
Yere oturup düşünmeye başladı. Endişesi de artıyordu. O sırada apartmanın
müzmin görevlisi Elif elinde çöp poşetleri ile merdivenin başından ona
bakıyordu. Selim kendini bildi bileli Elif yaşadıkları bu gösterişli apartmanın
kapıcısıydı. Belki de o doğmadan önce de buradaydı o büyüyüp evi terk ettiğinde
de burada olacaktı. Her apartmanın böyle bir demirbaşı olurdu muhakkak. Her bir
uzvuyla, saçı, elleri, kollarıyla sanki apartman için yaratılmış bir tür yeni
nesil robot olarak görüyordu Selim onu. Genelde yanından sessizce geçip
giderken kokusunu bazen de nefessiz ve yorgun ciğerlerinin hırıltılı sesini
duyup kaba bir kadın olduğunu düşünürdü.
“Deniz evde. Orada
bekleyebilirsin” diye söylerken Elif'in ağzından sözcükler kolayca dökülüyordu.
Bu kadar basit olabileceğini düşünemiyordu Selim.
“Nasıl yani? Kapıcı dairesinde mi
bekleyeceğim? Gerek yok. Burada beklerim.”
“Bu soğukta hasta
olursun. Hem, beraber ders çalışırsınız.”
Onun sınıf arkadaşıydı Deniz. O kadar
ilgisizdi ki ona karşı. Görmüyordu onu. Her gün aynı sınıfın havasını teneffüs
ettiklerini bile hiç önemsemedi. Bursla okula girmiş, şu sıska sessiz inek diye
geçirdi aklından. Ne Deniz’in iftihar listesinde olması, ne küçüğün hasta
olduğu için okula gidememesi, ne de evlerinin bir oda kadar olması umurundaydı
Selim'in. Kapıcılık yapan bir aile ne yapar, ne yer hiç düşünmemişti.
Rutubetli, ıssız, tanımlayamadığı
bir kokunun içeride kol gezdiği kapıcı evine bir kaç saat katlanabilecek miydi?
Evin dış kapısı hayatında gördüğü en küçük salona açılıyordu. Nispeten aydınlık
tarafta bir tümsek üzerinde bir sedir duruyor, küçük çocuk kıvrılmış şekilde
uyuyordu. Selim sedirin kenarına oturdu. Oturmak değildi de daha çok
kaymaya meyilli bir süpürge sapı gibiydi. Her an koşarak oradan çıkıp gidebilecek,
eğreti bir oturuşla kendini güvene almaya gayret gösterdi. Oraya ait olmadığı
gerçeği, buram buram odaya nüfus ediyordu.
“Gitar çalışını dinlemek isterim bir gün. Benim de sesim iyidir aslında.”
Deniz samimi
davranıyordu.
Selim, banane demek isterken, onun yerine; “Okulda konser vereceğim. O zaman
dinlersin” dedi. Küçümser ve çekimser bir şekilde sadece tek göz odayı
izlemeyi sürdürdü.
Elif sanki oğlunun
uyandığını görmüş gibi aynı anda kapıdan içeri girdi. Soğuk havaya rağmen kan
ter içindeydi. Onca katı yürüyerek inmek, başkaların çöplerini elleriyle
toplamak kış ortasında dahi onu terletiyordu. Ufaklığın elini yüzünü okşadı. “Ateşi
düşmüş çok şükür”
Kadının birden mimikleri değişmiş sanki hayatı boyu orada yatan küçük
çocuğun ve diğer tüm çocukların annesine dönüşmüştü. Deniz, annesi
gelince daha bir şakımaya başladı. Okuldaki silik kız bu değildi. Bir
yandan da yanan sobanın yanına örtü serip üzerine süpürge saplarıyla örülmüş
kısa ayaklı tabureyi dikkatle koydu. Duvara dayalı siniyi taburenin üstüne
yerleştirdi. Selim kaşık ve tabaklar konulunca yemek masasının hazırlandığını
ancak anlayabildi. Elif başının yarısını örten yazmasını saçından çekti.
Gür, kızıla çalan uzun kahverengi saçları vardı. Güzeldi. Selim'in şaşıracağı
kadar güzeldi.
Kadın bir şey arar gibi göz ucuyla odayı tararken kendi kendine
konuşuyordu. “Çok çalışıyor. Yine beli tutulacak. O zaman ne yaparım…” dediğini
duyuyordu Selim. Şimdi de birine endişelenen duygusal bir kadın
olmuştu. Selim kadına baktıkça başka birisini görmeye başlamıştı.
Gözlerinin derininde bir huzur ve masumiyet vardı. Hüzün olması
gerekirken. Derken, Adem eli yüzü kireç içinde ve üzerindeki solgun iş tulumu
ıslak bir şekilde içeri girdi. Tüm aile bir aradaydı.
Hepsi sininin çevresine
oturdu. Onlar normal davranıyorlardı, Selim tuhaftı. Ne var ki Selim de onları
normal görmeye başlamıştı. Kenarı kararmış boş bir yemek tenceresi, iki somon
ekmek ve sayıyla dağıtılmış sulu yemek tabaklarından başka bir şey yoktu
sofrada.
“Okulda yemiştim. Aç
değilim.”
Deniz, okulda neler
yaptığını sanki öğrencilerine ders anlatır gibi dikkatle anlatıyordu. Elif başta
olmak üzere evdekilerin hiçbiri söylediklerinden pek bir şey anlamıyor yine de
saygı ve dikkatle dinliyorlardı. Adem arada oğlu ile şakalaşıyordu. Adeta
kırılıp yapıştırılmış değerli bir vazoyu hassasiyetle tutan eller kadar
nazikti. Burhan’ın hastalığı meğer ciddiydi. Körpecik ciğerleri bebekliğinden
beri hastaydı.
Her şeyi yutan bir sessizlik çöreklendi
eve. Havada hüzün ve yılgınlık esintisi oldu. Bu hal öylesine yabancı duruyordu
ki yerde duran renkli minderler bunu ispatlar gibi Selim’in gözünü alıyordu.
Derme çatma bahçenin duvarına bakan tek pencereli, korunaksız, karanlık ve
rutubetli bu evde mutluluk nasıl saklanabiliyordu. Selim birden ortalıkta
dolaşan bu şeyi hissetti. Yokluk içinde sararmış yüzlerin neden gülümseyerek
baktığının yanıtı birden aklına gelmişti. Hep, yan yana uyudukları için mi
mutluydular? Selim neredeyse burası kadar bir odada tek başına uyuyordu. Küçük
bir çocukken geceleri korkardı. Anne babasının yanına gitmek ister ama
kovulurdu yataktan. Geceleri ağlayarak uyuduğu günleri nasıl
unutabilirdi. Koca eve üç kişi sığamıyor, hiçbiri evde vakit
geçirmek istemiyordu. Ailesiyle beraber bir öğle yemeği yese, tencereden de
olsa; beraber sohbet etseler, okulda yaşadıklarını anlatsa hikâyelerle. Sevimli
yaramazlıkları hatırlatsa annesi, neşelenseler. Okuldan eve geldiğinde sıcak
bir gülümsemeyle karşılanmak, öğle yemeğini ailecek yemek. Ummadığı bir yerde,
köhne bir kapıcı dairesinde, yaşayamadığı duyguların eksikliğini
duyumsuyor olmaktan ötürü büyük, hüzünlü ve garip
bir şaşkınlık içindeydi. Bir tabak yemek, bir somon ekmek yetiyordu. Üstüne
kahkaha, eğlence, keyif konulunca sevgi dolu bir yemeğe dönüyordu. Sevgiyi
göstermek işte bu kadar kolaydı. Oysa annesini, babasını kız kardeşini çok
seviyordu. Hepsi birbirini seviyordu. Biliyordu.
Hayatında ilk defa sınıf
arkadaşıyla beraber ders çalışıyordu. Hem de kapıcı dairesinde. Saatin
nasıl geçtiğini anlamadı. Tüm öğleden sonrayı burada geçirdiğini annesi duyunca
kızacaktı. Pek umursamıyordu. Başka türlü düşünüyordu ve annesinin bunu
anlayacağını umuyordu. Küçük, minderli evi benimsemişti ve bu kendileri küçük
yürekleri büyük aileyi.
***
Selim son günlerde
olduğu gibi dinç ve mutlu bir sabaha uyandı. Anahtarını unuttuğu o günden
sonra, hiçbir şey aynı olmamıştı. Ne Elif, ne ailesi ne de Deniz. O gün bir sır
gibi herkesten sakladıkları müzik çalışmalarını tüm okula sergileyeceklerdi.
Emeklerinin karşılığını alacakları zaman gelmişti. Gitarını kibarca eline aldı,
çantasını sırtına taktı. Anahtarını alıp almaması artık önemli değildi. Deniz
her zamankinden daha heyecanlı onu aşağıda bekliyordu. Her sabah buluşup
birlikte gidiyorlardı okula. Okul yolunda yürürlerken Deniz şarkının sözlerini
mırıldanıyor Selim de elinde gitarı tutuyormuşçasına notalarına basıyordu.
Selim en çok Deniz ile okula gidiş ve beraber dönüş yolunu seviyordu.
2 yorum:
Çok beğenerek okudum yüreğine sağlık.
Çok teşekkür ederim. Mutlu oldum. Çocuklara armağan olsun.
Yorum Gönder