5 Şubat 2018 Pazartesi

Kısa Öykü: Kıskançlık


KISKANÇLIK

Selim merdivenlerden hızla çıkarken eve bir an önce  girip tabletinde yarım kalan oyunu tamamlayacak vakti olduğunu düşünüyordu. Dairenin kapısına geldi. ‘Nerede bu?’ Anahtarı bulamadıkça sinirlendi. Gitar dersine bir saatten az, annesinin gelmesine ise saatler vardı. ‘Hayda...’ diye söylendi kendi kendine.

Gitarı alması gerekiyordu. Eve giremezse gitarı alamaz, derse gitse de çalıştığı besteyi çalamazdı ki eyvahlar olsundu. ‘Vedat verse gitarını, vermez ki o da. Hem cimri hem de korkak!’
Yere oturup düşünmeye başladı. Endişesi de artıyordu. O sırada  apartmanın müzmin görevlisi Elif elinde çöp poşetleri ile merdivenin başından ona bakıyordu. Selim kendini bildi bileli Elif yaşadıkları bu gösterişli apartmanın kapıcısıydı. Belki de o doğmadan önce de buradaydı o büyüyüp evi terk ettiğinde de burada olacaktı. Her apartmanın böyle bir demirbaşı olurdu muhakkak. Her bir uzvuyla, saçı, elleri, kollarıyla sanki apartman için yaratılmış bir tür yeni nesil robot olarak görüyordu Selim onu.  Genelde yanından sessizce geçip giderken kokusunu bazen de nefessiz ve yorgun ciğerlerinin hırıltılı sesini duyup kaba bir kadın olduğunu düşünürdü.

“Deniz evde. Orada bekleyebilirsin” diye söylerken Elif'in ağzından sözcükler kolayca dökülüyordu. Bu kadar basit olabileceğini düşünemiyordu Selim.

 “Nasıl yani? Kapıcı dairesinde mi bekleyeceğim? Gerek yok. Burada beklerim.”

“Bu soğukta hasta olursun. Hem, beraber ders çalışırsınız.”

 Onun sınıf arkadaşıydı Deniz.  O kadar ilgisizdi ki ona karşı. Görmüyordu onu. Her gün aynı sınıfın havasını teneffüs ettiklerini bile hiç önemsemedi. Bursla okula girmiş, şu sıska sessiz inek diye geçirdi aklından. Ne Deniz’in iftihar listesinde olması, ne küçüğün hasta olduğu için okula gidememesi, ne de evlerinin bir oda kadar olması umurundaydı Selim'in. Kapıcılık yapan bir aile ne yapar, ne yer hiç düşünmemişti.

Rutubetli, ıssız, tanımlayamadığı bir kokunun içeride kol gezdiği kapıcı evine bir kaç saat katlanabilecek miydi?
Evin dış kapısı hayatında gördüğü en küçük salona açılıyordu. Nispeten aydınlık tarafta bir tümsek üzerinde bir sedir duruyor, küçük çocuk kıvrılmış şekilde uyuyordu. Selim sedirin kenarına oturdu. Oturmak değildi de daha çok  kaymaya meyilli bir süpürge sapı gibiydi. Her an koşarak oradan çıkıp gidebilecek, eğreti bir oturuşla kendini güvene almaya gayret gösterdi. Oraya ait olmadığı gerçeği, buram buram odaya nüfus ediyordu.
“Gitar çalışını dinlemek isterim bir gün. Benim de sesim iyidir aslında.”

Deniz samimi davranıyordu.
Selim, banane demek isterken, onun yerine; “Okulda konser vereceğim. O zaman dinlersin” dedi.  Küçümser ve çekimser bir şekilde sadece tek göz odayı izlemeyi sürdürdü.

Elif sanki oğlunun uyandığını görmüş gibi aynı anda kapıdan içeri girdi. Soğuk havaya rağmen kan ter içindeydi. Onca katı yürüyerek inmek, başkaların çöplerini elleriyle toplamak kış ortasında dahi onu terletiyordu. Ufaklığın elini yüzünü okşadı. “Ateşi düşmüş çok şükür”
Kadının birden mimikleri değişmiş  sanki hayatı boyu orada yatan küçük çocuğun  ve diğer tüm çocukların annesine dönüşmüştü. Deniz, annesi gelince  daha bir şakımaya başladı. Okuldaki silik kız bu değildi. Bir yandan da yanan sobanın yanına örtü serip üzerine süpürge saplarıyla örülmüş kısa ayaklı tabureyi dikkatle koydu. Duvara dayalı siniyi taburenin üstüne yerleştirdi. Selim kaşık ve tabaklar konulunca yemek masasının hazırlandığını ancak anlayabildi. Elif başının yarısını örten yazmasını saçından çekti. Gür, kızıla çalan uzun kahverengi saçları vardı. Güzeldi. Selim'in şaşıracağı kadar güzeldi.
Kadın bir şey arar gibi göz ucuyla odayı tararken kendi kendine konuşuyordu. “Çok çalışıyor. Yine beli tutulacak. O zaman ne yaparım…” dediğini duyuyordu Selim.  Şimdi  de birine endişelenen duygusal bir kadın olmuştu.  Selim kadına baktıkça başka birisini görmeye başlamıştı. Gözlerinin derininde bir huzur  ve masumiyet  vardı. Hüzün olması gerekirken. Derken, Adem eli yüzü kireç içinde ve üzerindeki solgun iş tulumu ıslak bir şekilde içeri girdi. Tüm aile bir aradaydı. 

Hepsi sininin çevresine oturdu. Onlar normal davranıyorlardı, Selim tuhaftı. Ne var ki Selim de onları normal görmeye başlamıştı. Kenarı kararmış boş bir yemek tenceresi, iki somon ekmek ve sayıyla dağıtılmış sulu yemek tabaklarından başka bir şey yoktu sofrada.

“Okulda yemiştim. Aç değilim.” 

Deniz, okulda neler yaptığını sanki öğrencilerine ders anlatır gibi dikkatle anlatıyordu. Elif başta olmak üzere evdekilerin hiçbiri söylediklerinden pek bir şey anlamıyor yine de saygı ve dikkatle dinliyorlardı. Adem arada oğlu ile şakalaşıyordu. Adeta kırılıp yapıştırılmış değerli bir vazoyu hassasiyetle tutan eller kadar nazikti. Burhan’ın hastalığı meğer ciddiydi. Körpecik ciğerleri bebekliğinden beri hastaydı.

Her şeyi yutan bir sessizlik çöreklendi eve. Havada hüzün ve yılgınlık esintisi oldu. Bu hal öylesine yabancı duruyordu ki yerde duran renkli minderler bunu ispatlar gibi Selim’in gözünü alıyordu. Derme çatma bahçenin duvarına bakan tek pencereli, korunaksız, karanlık ve rutubetli bu evde mutluluk nasıl saklanabiliyordu. Selim birden ortalıkta dolaşan bu şeyi hissetti. Yokluk içinde sararmış yüzlerin neden gülümseyerek baktığının yanıtı birden aklına gelmişti. Hep, yan yana uyudukları için mi mutluydular? Selim neredeyse burası kadar bir odada tek başına uyuyordu. Küçük bir çocukken geceleri korkardı. Anne babasının yanına gitmek ister ama kovulurdu  yataktan. Geceleri ağlayarak uyuduğu günleri nasıl unutabilirdi. Koca eve üç  kişi sığamıyor, hiçbiri evde vakit geçirmek istemiyordu. Ailesiyle beraber bir öğle yemeği yese, tencereden de olsa; beraber sohbet etseler, okulda yaşadıklarını anlatsa hikâyelerle. Sevimli yaramazlıkları hatırlatsa annesi, neşelenseler. Okuldan eve geldiğinde sıcak bir gülümsemeyle karşılanmak, öğle yemeğini ailecek yemek. Ummadığı bir yerde, köhne bir kapıcı dairesinde, yaşayamadığı duyguların eksikliğini duyumsuyor olmaktan ötürü büyük,      hüzünlü           ve        garip bir şaşkınlık içindeydi. Bir tabak yemek, bir somon ekmek yetiyordu. Üstüne kahkaha, eğlence, keyif konulunca sevgi dolu bir yemeğe dönüyordu. Sevgiyi göstermek işte bu kadar kolaydı. Oysa annesini, babasını kız kardeşini çok seviyordu. Hepsi birbirini seviyordu. Biliyordu. 

Hayatında ilk defa sınıf arkadaşıyla beraber ders çalışıyordu. Hem de kapıcı dairesinde. Saatin nasıl geçtiğini anlamadı. Tüm öğleden sonrayı burada geçirdiğini annesi duyunca kızacaktı. Pek umursamıyordu. Başka türlü düşünüyordu ve annesinin bunu anlayacağını umuyordu. Küçük, minderli evi benimsemişti ve bu kendileri küçük yürekleri büyük aileyi.

                                                ***

Selim son günlerde olduğu gibi dinç ve mutlu bir sabaha uyandı. Anahtarını unuttuğu o günden sonra, hiçbir şey aynı olmamıştı. Ne Elif, ne ailesi ne de Deniz. O gün bir sır gibi herkesten sakladıkları müzik çalışmalarını tüm okula sergileyeceklerdi. Emeklerinin karşılığını alacakları zaman gelmişti. Gitarını kibarca eline aldı, çantasını sırtına taktı. Anahtarını alıp almaması artık önemli değildi. Deniz her zamankinden daha heyecanlı onu aşağıda bekliyordu. Her sabah buluşup birlikte gidiyorlardı okula. Okul yolunda yürürlerken Deniz şarkının sözlerini mırıldanıyor Selim de elinde gitarı tutuyormuşçasına notalarına basıyordu. Selim en çok Deniz ile okula gidiş ve beraber dönüş yolunu seviyordu.

 

2 yorum:

Betül Erdoğan dedi ki...

Çok beğenerek okudum yüreğine sağlık.

Özlem Y. Uçak / Okur ve Yazar dedi ki...

Çok teşekkür ederim. Mutlu oldum. Çocuklara armağan olsun.