1988 kasım, lise zamanları. Mutlu, maceralı bir hayatı vardır Ece’nin. Çocukluk aşkı Can ve arkadaşları ile beraberdir hep. Bir gün falezlerdeki gizli bir mağarayı keşfetmek için çıkarlar. O gün olanlardan sonra her şey değişir. Yeni bir hayattır bu. Üniversiteye gider. Başka bir şehir. Can ile yolları ayrılır. Sancılı ve yalnız günlerden sonra yeni aşka yelken açar.
Üniversite
aşkından bir çocuğu olur. Hayatı yine değişir. Çocuğunun babası askere
gider ve iç savaşta ölür. Yalnızdır artık. Londra'ya diş hekimliği
doktorası yapmaya gider. Yılmadan çabalayan bir hayat aşığı gibidir. Ama
kendi ile başbaşa kaldığında yarı ölü, beyaz, sessiz ve üzgündür hep.
Sonra New
York. Görkemli ve fırsatlarla dolu bir hayat. Başarılı. Muhteşem bir mâlikanede
kalır. Thierry ile tanışır. Ruh ikizidir sanki. Eski aşklarının onda toplandığı
mükemmel bir insan.
Derken
denizde bir tekne kazası olur. Başa sarar zaman. Yıllar, dünya
tersine döner hızla ve ta o mağaraya indikleri güne kadar. Bütün yaşadıkları
hayal gibidir. Bembeyaz bir odada gözünü açtığında. Okuduğu bir kitabın
kahramanını ondan bir çocuk yapacak kadar sevmiş, Londra'ya, New York’a
Ankara’ya, İstanbul’a gitmiş ve yıllar su gibi akmıştır. Zaman kendi
bildiği, evrenin ona bahşettiği şekilde ilerliyordur. Ece'nin zaman dilimi
başkadır. Her günü yüzlerce gün kadar yaşar. Acaba gerçekte ne kadar zaman
geçer?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder