BALIK
CESARETİ
Gölün dibindeyim. Soluksuz kalana kadar duruyorum. Zaten hep
burada yaşıyordum. Yüzgeçlerimin çıktığını, kısa, hızlı, ıslak nefeslerde küçük
bir balık endamıyla guluk guluk sesler çıkararak yüzdüğümü, balık arkadaşlarla
oynaştığımı anımsıyorum. Bacaklarına sürtünüyorum, arasına, içine. Gıdıklıyorum.
Kumral bacak tüylerin kalkıp iniyor soğuk ve gergin tenimde. Gıdıklanıyorum.
Beni yakalamaya çalışıyorsun. Tutuyorsun da. Bir balık kahkahası kopuyor denizde.
Küçük baloncuklar yatmadığımız yatağın pürüzsüz çarşafı kadar soğuk ve ölgün
gölün yüzeyinde dans ediyor. Göl sırdaşımız bu saatten sonra. Başka çıt yok. Yakamozdayız.
Göle yansıyan yıldızların iç çekerek söylenişleri geliyor kulağıma. 'Bırak.
Kendini bırak.' Sonrayı merak etmediğimi mi sanıyorsun? Deniz tuzundan
dudakların, benimkinin üstünde duruyor. Şu an bile… Saatler öncesinden. Gecenin
enkazı bedenim, hâlâ nemli. Hep öyle kalsaydım belki de…
Yüzüme uzun derin sonsuz bir gülümseme oturdu. Otobüsün loş
karanlığında parlayan. Yan koltuğa oturan genç adam; “İyi yolculuklar ağabey,
yolculuk nereye?”
Hiçliğe, boşluğa.
Hiçlikteki o boşluğa, gömülmeye…
Bu son yolculuğum, bir daha gitmeyeceğim, artık hiç
gelemeyeceğimden.
“Git, bekleme.” Elimin beş parmağı kalktı
pencereden.
“Gitme kal...” İçim ayrı dışım ayrı konuşuyor.
"Haydi git!"
Gitmezsen, olacaklardan sorumlu değilim bu andan sonra.
Yıldızların altındaki o göl parlıyor gözlerimde. Dayanamıyorum.
Camdan, kırılgan ve pürüzsüz bir heykel gibi bekledikçe sen, ben sana yüzmek
için açarım yüzgeçlerimi.
Otobüs yürümeye başladı. "Durun durun!"
“Otobüsü durdurun?”
Koşuyorum balık cesaretiyle, sana doğru.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder