Bir kaç saat sonra ayrılacağım bu şehirden. Bir
banka oturuyorum. Göğün dingin ve sakin maviliğine baka kalıyorum.
Büyüleniyorum. Her seferinde daha güçlü bağlanıyorum sana. Özlemim şimdiden
birikiyor beyaz bulutlarda.
Kürek kemiklerime kanat taktım, uçuyorum tepende.
Süzülüyorum dev bir gerdan gibi kıvrılan muhteşem sahilinin üstüne, nazikçe
konuyorum. Renk renk çakıl taşları karşılıyor beni. Uzanıyorum üzerlerine.
Sahilin ne büyük ne görkemli. Ülkenin en büyük koyu. Milyonlarca çakıl taşının
evi. İyice yayılıyorum. Taşlar ısıtıyor bedenimi. Güneş her zamanki gibi
küstah; içime işliyor sarısı.
Hani kürek kemiklerimde kanatlarım oluşmuştu ya; sarıyorum
bedenime onları. Sonra birden çakıl taşlarının hepsini kucaklama dürtüsü
sarıyor beni. Durdurulamaz bir istekle çocuk gibi yuvarlanıyorum. Döne döne.
Öyle kışkırtıcı ve eğlenceli ki, kendimden geçiyor bebek gibi
kıkırdıyorum.
Sahil bitiyor. Arkasından hemen şehrin tatlı cıvıltısı
karşılıyor. Falezlerin üstüne alabildiğine yayılıyorsun. Denizin dalgalı koyu
mavisi kucaklayıp göğe yükseltiyor seni. Diğer yanında sıra dağlar görkemli
gölgesiyle boydan boya uzanıyor. Bir çocuğun babasına tutunması gibi eteklerine
tutunuyorsun.
Giriyorum ormana. Bodur ağaçlar maki yaprağını döküyor
üzerime, boğazıma kadar saklıyorlar beni. Sende saklanıyorum ben. Mavinde,
içimi yumuşatan yeşilinde, ısıtan güneşinin sarısında kaybolmak istiyorum.
Elbise gibi giyiyorum tüm renklerini.
Tepelerinde pembe bulutları olan güleç yüzlü insanlar
keyfince yürüyor denize çıkan sokaklarında. Burada ölmeyi seçen insanlarla
dolup taşıyor her bir yanın. Her geçen yıl biraz daha fazla kişi ölmeye
geliyor. Sonsuzluğu bahşediyormuşsun gibi. Çakıl taşların kadar rengârenk
insanların, her dilden, ırktan, yaştan. Hepsinin ortak dili, sana duydukları
aşk sadece. Selam veriyorum o insanlara, onlar da bana; üzerimdeki yapraklar
uçuşuyor. Pembe bulutların içine karışıyor. Güzelsin be şehir ve keyifli. Ah,
nasıl bırakırım bu Cennet’i?
Gökyüzü, hep mavi; hiç mi aldatmaz mavi seni? Bazen beyaz
bulutlar cömertçe bırakıyor yağmurunu. Dakikalar bazen saatlerce yağıyor. Sonra
her şey berraklaşıyor sanki ibadet etmişsin de tüm kötülüklerden arınmışsın
gibi ışıldıyorsun. Güneş açınca sokak aralarına dizili portakal, limon
ağaçlarının dallarında saklanan damlacıklar beliriyor. Böylelikle cennetin
destan olmuş mis kokusu etrafa yayılıyor. Portakal çiçekleri, yaseminler
şımarıkça açıyorlar. Refüjlerden tombul turunçlar yuvarlanıyor
caddelerine. İşte o andan itibaren kent sakladığı gizini açık veriyor. Ulu orta
herkese gösteriyor. Doğa tüm çıplaklığıyla meydanda.
Her şeyden bir parça içimde saklamanın bir yolunu buluyorum.
Turunç reçelini alıyorum ağzıma, bir kuytuda mühürlüyorum tadını. Domatesini
kokluyor burnumun derinine saklıyorum. Şişelere dolduruyorum tuzlu denizini
eksik kaldıkça açıp yüzümü yıkayayım diye. Kimsenin açık etmediği huzur kutumda
hepsi. Kış yeni göstermeye başlıyor yüzünü. Sessiz bir çocuk gibi uslu; ne
şımarık ne de gürbüz; nazik, her zamanki gibi. Ilgıt esen rüzgâr hafifçe
dokunuyor yüzüme. Mevsimlerinde öyle yumuşak bir geçiş var ki insanların bu
dengenin içinde rahat yaşamalarına izin veriyorsun. Kimseyi üşütmezsin mesela.
Soğuktan donan yoktur senin içinde. Sıcağın şımarıktır biraz; o da olsun be.
Kadı kızı misali. Bu sakinliğin insanlarına da yansır. Sakin ve dingindirler.
Hani şu Akdeniz kanı dedikleri var ya; işte o cana yakınlık, sıcaklık,
insancıllık yüzlerinde, gözlerinin içinde okunur. Bir coşku, yaşam
sevinci ile doludur mahallelerin.
Yaz geldi mi en iyi koreografiler sergilenir tarihi
atmosferinde. İzleyeni büyülemek ne kolaydır senin için. Piyanonun tuşları
okşar kulakları. Sonbahar geldiğinde beyazperde kurulur dört bir yana, dünyanın
filmi izlenir gökyüzünün altında. Festival alanı olur tüm sokakların.
Birazdan beni bekleyen çılgın kalabalığa doğru uçacağım.
Gitmeye karşı koyamazken diğer taraftan buradaki huzuru bulamamanın endişesi
içimi kemiriyor. Sen bir cennetsin, sende mutlu bir ölüyüm. Ama gitmeliyim;
ispatlamak, başarmak, tepetaklak olup yükseğe çıkmak, kırılmak, sonra yeniden
onarılmak, ağlamak, coşmak, yani yaşamak için Cennet’ten ayrılmalıyım. Sonra
yine geleceğim. Elbet geleceğim...
“Merhaba yeni şehir. Cennetten, Antalya’dan geliyorum sana.
Beni içine al. Hırçın kalabalığında ne kaybolayım ne de dışında yolumu
arayayım. Beni onun gibi sarıp sarmala ki seni de dibine kadar yaşayayım,
sana da sözcükler biriktireyim. Senin için de dökülsün kalemimden.
Okunsun.”
4 yorum:
Harika. Tebrikler.
Teşekkür ederim. Duygularımı hissettirdim umarım. Antalya özlem benim için.😍
Yureginizdekilri çok şairane aktarmissiniz harikasiniz
Güzel yorumunuz için teşekkürler. Sevgiler.
Yorum Gönder