2 Ekim 2020 Cuma

Cennete Son Veda



CENNETE SON VEDA

Bir kaç saat sonra ayrılacağım bu şehirden. Bir banka oturuyorum. Göğün dingin ve sakin maviliğine baka kalıyorum. Büyüleniyorum. Her seferinde daha güçlü bağlanıyorum sana. Özlemim şimdiden birikiyor beyaz bulutlarda.
 Kürek kemiklerime kanat taktım, uçuyorum tepende. Süzülüyorum dev bir gerdan gibi kıvrılan muhteşem sahilinin üstüne, nazikçe konuyorum. Renk renk çakıl taşları karşılıyor beni. Uzanıyorum üzerlerine. Sahilin ne büyük ne görkemli. Ülkenin en büyük koyu. Milyonlarca çakıl taşının evi. İyice yayılıyorum. Taşlar ısıtıyor bedenimi. Güneş her zamanki gibi küstah; içime işliyor sarısı.
Hani kürek kemiklerimde kanatlarım oluşmuştu ya; sarıyorum bedenime onları. Sonra birden çakıl taşlarının hepsini kucaklama dürtüsü sarıyor beni. Durdurulamaz bir istekle çocuk gibi yuvarlanıyorum. Döne döne. Öyle kışkırtıcı ve eğlenceli  ki, kendimden geçiyor bebek gibi kıkırdıyorum.
Sahil bitiyor. Arkasından hemen şehrin tatlı cıvıltısı karşılıyor. Falezlerin üstüne alabildiğine yayılıyorsun. Denizin dalgalı koyu mavisi kucaklayıp göğe yükseltiyor seni. Diğer yanında sıra dağlar görkemli gölgesiyle boydan boya uzanıyor. Bir çocuğun babasına tutunması gibi eteklerine tutunuyorsun.
Giriyorum ormana. Bodur ağaçlar maki yaprağını döküyor üzerime, boğazıma kadar saklıyorlar beni. Sende saklanıyorum ben. Mavinde, içimi yumuşatan yeşilinde, ısıtan güneşinin sarısında kaybolmak istiyorum. Elbise gibi giyiyorum tüm renklerini.
Tepelerinde pembe bulutları olan güleç yüzlü insanlar keyfince yürüyor denize çıkan sokaklarında. Burada ölmeyi seçen insanlarla dolup taşıyor her bir yanın. Her geçen yıl biraz daha fazla kişi ölmeye geliyor. Sonsuzluğu bahşediyormuşsun gibi. Çakıl taşların kadar rengârenk insanların, her dilden, ırktan, yaştan. Hepsinin ortak dili, sana duydukları aşk sadece. Selam veriyorum o insanlara, onlar da bana; üzerimdeki yapraklar uçuşuyor. Pembe bulutların içine karışıyor. Güzelsin be şehir ve keyifli. Ah, nasıl bırakırım bu Cennet’i?
Gökyüzü, hep mavi; hiç mi aldatmaz mavi seni? Bazen beyaz bulutlar cömertçe bırakıyor yağmurunu. Dakikalar bazen saatlerce yağıyor. Sonra her şey berraklaşıyor sanki ibadet etmişsin de tüm kötülüklerden arınmışsın gibi ışıldıyorsun. Güneş açınca sokak aralarına dizili portakal, limon ağaçlarının dallarında saklanan damlacıklar beliriyor. Böylelikle cennetin destan olmuş mis kokusu etrafa yayılıyor. Portakal çiçekleri, yaseminler şımarıkça  açıyorlar. Refüjlerden tombul turunçlar yuvarlanıyor caddelerine. İşte o andan itibaren kent sakladığı gizini açık veriyor. Ulu orta herkese gösteriyor. Doğa tüm çıplaklığıyla meydanda.
Her şeyden bir parça içimde saklamanın bir yolunu buluyorum. Turunç reçelini alıyorum ağzıma, bir kuytuda mühürlüyorum tadını. Domatesini kokluyor burnumun derinine saklıyorum. Şişelere dolduruyorum tuzlu denizini eksik kaldıkça açıp yüzümü yıkayayım diye. Kimsenin açık etmediği huzur kutumda hepsi. Kış yeni göstermeye başlıyor yüzünü. Sessiz bir çocuk gibi uslu; ne şımarık ne de gürbüz; nazik, her zamanki gibi. Ilgıt esen rüzgâr hafifçe dokunuyor yüzüme. Mevsimlerinde öyle yumuşak bir geçiş var ki insanların bu dengenin içinde rahat yaşamalarına izin veriyorsun. Kimseyi üşütmezsin mesela. Soğuktan donan yoktur senin içinde. Sıcağın şımarıktır biraz; o da olsun be. Kadı kızı misali. Bu sakinliğin insanlarına da yansır. Sakin ve dingindirler. Hani şu Akdeniz kanı dedikleri var ya; işte o cana yakınlık, sıcaklık, insancıllık yüzlerinde, gözlerinin içinde okunur. Bir coşku,  yaşam sevinci ile doludur mahallelerin.
Yaz geldi mi en iyi koreografiler sergilenir tarihi atmosferinde. İzleyeni büyülemek ne kolaydır senin için. Piyanonun tuşları okşar kulakları. Sonbahar geldiğinde beyazperde kurulur dört bir yana, dünyanın filmi izlenir gökyüzünün altında. Festival alanı olur tüm sokakların.
Birazdan beni bekleyen çılgın kalabalığa doğru uçacağım. Gitmeye karşı koyamazken diğer taraftan buradaki huzuru bulamamanın endişesi içimi kemiriyor. Sen bir cennetsin, sende mutlu bir ölüyüm. Ama gitmeliyim; ispatlamak, başarmak, tepetaklak olup yükseğe çıkmak, kırılmak, sonra yeniden onarılmak, ağlamak, coşmak, yani yaşamak için Cennet’ten ayrılmalıyım. Sonra yine geleceğim. Elbet geleceğim...
“Merhaba yeni şehir. Cennetten, Antalya’dan geliyorum sana. Beni içine al. Hırçın kalabalığında ne kaybolayım ne de dışında yolumu arayayım. Beni onun gibi sarıp sarmala ki seni de dibine kadar yaşayayım, sana da sözcükler biriktireyim.  Senin için de dökülsün kalemimden. Okunsun.”





 


4 yorum:

Unknown dedi ki...

Harika. Tebrikler.

Özlem Y. Uçak / Okur ve Yazar dedi ki...

Teşekkür ederim. Duygularımı hissettirdim umarım. Antalya özlem benim için.😍

By dedi ki...

Yureginizdekilri çok şairane aktarmissiniz harikasiniz

Özlem Y. Uçak / Okur ve Yazar dedi ki...

Güzel yorumunuz için teşekkürler. Sevgiler.