2 Ekim 2020 Cuma

Kordon Bekçisi*


KORDON BEKÇİSİ

 

Hastane odasında uyunmuyor. Bilen bilir. Etrafta zoraki uyanık insanlar varken ve odan gündüz gibi aydınlatan beyaz ışıkla doluyken kolay değil. Hadi bunları geçtim, göbeğime bağlanmış büyük bir aletle nasıl uyuyabilirim? Ebe olduğu kalçalarının anaçlığında ve alnında yazıyor hemşirenin. Aleti kontrole geldi. Gözlerimi leopar görmüş bir ceylan gibi kocaman açık görünce,

"Biraz uyumaya çalışın. Bir süre derin ve uzun uykular olmayacak... " dedi.

Yüzünde yaramaz ama sevimli bir ifade var. Gülümsedim. En son deliksiz uzun uykuyu sekiz ay önce uyumuştum. Bilgiç bir hemşireye bunu söylemek ne kadar yersiz, şu an ki ruh halim o kadar karmaşık ki uyku bu gece benden zaten çok uzakta. İnsan kaç kere yaşar ki bu anı? Anneannemi bu konunun dışında bırakmalıyım. Çünkü o, on bir kere yaşamış. Ve hiç birinde benim hissettiklerimi hissetmemiş olabilir. Kırk yaşında anne olmaya karar vermiş bir kadının sadece bir kez yaşayacağı anı, ortalama on beş sene beklediğini düşününce, uyuyamaması normaldir. Ben bunları düşünürken hemşire anlamış gibi muzipçe göz kırptı. Odadan çıkarken ışıkları söndürdü.

Tavandaki floresan ışığın sönmesi hoşuma gitti. Beni geren ışıkmış meğer. Zifiri karanlığı seviyorum son zamanlarda. O zaman karnımın içini görecekmişim gibi geliyor. Her şey sustuğunda şarkı söylüyor galiba. İçime sıcacık vuran dalgalanmalar oluyor vücudumda. O minik canlı ileri geri sallanıyor, beni de sanki denizin tatlı köpüğüne çekiyor. Beraber yüzüyoruz usul usul. İç organlarımı minik mor elleriyle okşadığını hayal ediyorum. Ne yazık ki her güzel şey gibi kısa sürüyor. Huzurla gevşiyorum.

Sokak lambalarının gezinen kaçamak ışıklarını yakalıyorum. Sokak lambaları karanlığı aydınlığa dönüştürmekten sorumlu birer gece bekçileridir. Odayı aydınlatıyorlar. Yanımdaki koltukta henüz hiçbir şeyin farkında olmayan, dünyaya bir insan daha gelirken, ona göre hayatın sıradan olayına, uzaktan tanıklık edeceğini sonra her şeyin biteceğini ve kendi hayatına döneceğini zanneden bir baba adayı uyuyor. Böyle olmayacağını er geç anlayacak. İnip kalkan göğsünü, tavanda asılı televizyonun kara ekranında izlememi sağlıyor sokak lambaları. Yeni dünyasına gözlerini açmak için hummalı hazırlık yapan karnımdaki küçük insan da benim gibi uyanık. Karanlık rahat evinden aydınlığa, telaşa çıkmak için sabırsız.

 'Biraz daha içimde kalsan, böyle çok güzel, azıcık daha tadını çıkarsak…' söyleniyorum habire son günlerde. Anladığına eminim ama dinlemiyor. Heyecanlı ve aceleci.

Her şey bir yana. Bu son gecemiz. Ve benim kutsal bir görevim var. Minicik boynunda onu boğmak üzere hazır bekleyen acımasız kordonun bekçisiyim bu gece. Mumya gibi kıpırdamadan durmalıyım. Handiyse ölü gibi. Bir yandan da her bir hücremde yaşattığım canlılıkla hayat dolu olmalı, dünyaya gelmesi için onu cesaretlendirmeliyim.  Sabah sona erecek. Aylardır taşıdığım bilmem kaç kilo yükten kurtulacağıma seviniyorum. Ama bitsin istemiyorum. Bu his hiç bitmese. Hep içimde kalsa. Onun içimde yaşadığını hep hissetsem. Fakat bitecek biliyorum. Yoksa kadınlar defalarca doğurmak isterler miydi?

Saat gecenin kaçı bilmiyorum. Belki üç filan. Beş saatim kaldı. Ölümüme dek bana yetecek hazzı iyice özümsemeliyim. Anneannem defalarca, annem, teyzem, halam iki kez, babaannem dört kez yaşamış. Bense sadece bir kez ve o da son bulmak üzere. Böyle düşününce zamanın şimdi durmasını istiyorum. Elimi karnımda gezdiriyorum. Minik kalbinin atışını duyuyorum. İçimde atan minicik bir kalp. Dünyada bundan daha mükemmel ne olabilir… 

Sokak lambası hâlâ odada dans ediyor. Nereye gidecek, ay değil ki. Biraz uyusam iyi olur. Ne mümkün… Gözlerim karıncalanıyor. Kafam bulanmaya başladı. Duvarda bir şeyler oynuyor. Ne olduğunu anlayamıyorum. Görmek için yatakta biraz daha doğrulmaya çalışıyorum. Vücuduma bağlı kablolardan hareket edemiyorum, hafifçe bükülüyorum. Sokak lambası ışığını kullanarak daktilo hızında el yazısıyla duvara yazılar yazıyor. Gördüğüme inanamıyorum;

'Söyle bakalım, bu zamana kadar ne yaptın?  Bunca bekleyişin bir işe yaradı mı? Hazır mısın anne olmaya?'

Alt alta yazmaya devam ediyor, hiç durmuyor.

'Onca okuduğun kitapları, kaldığın gezdiğin şehirleri, uyuduğun uykuları bir kenara bırakıyorum. Para biriktirdin mi? '

'Bak yaşın kaç, sığınacak bir annen hatta bir kayınvaliden bile yok. Yetişemedin onlara. Niye bekledin ki bu kadar, bak şimdi tek başınasın? Onca bekledin ya, hazır mısın bari?'

 ''Hazır mısın sorup durma artık. Ne bileyim hazır mıyım, değil miyim?" diye bağırdım.

'Yapmak istediğin her şeyi yaptın mı? Barselona' ya gitmedin mesela. Her fırsatta gitmek istediğini söyleyip duruyorsun."

"Yok, olmadı işte. '

'Artık bir valiz dolusu bebek beziyle beraber gidersiniz... '

Var olduğumun en büyük ispatı içimde yaşayan güzellik, tamam mı! Onu taşımak, yuva olmak, doğurmak, bunları küçümseyemezsin. O ilk yolculuğuna çıkarken bana her şeyin sonu mu? '

Sinirim geçmiyor, söylenmeye devam ediyorum, 'Bebeğiyle pek çok şey yapan kadınlar var. Kitaplarımı da yazacağım, görürsün. Bebeğimi göğsüme yerleştirip ülke ülke gezeceğim.'

'Bence unut hepsini. Bir süre kendine ayrılan sürenin sonuna geldin. Beş on yıl sonra görüşmek üzere.'

Son lafı da söyleyip lamba söndü.  Gün aydınlanıyor. Sinirimden karnım hopluyor. Onu da sinirlendirdim. Düzenli nefes alıp vererek sakinleşmeye çalışıyorum. Gece boyu içmem gereken suyun kalan son yudumlarını kafama dikiyorum. Odaya günün aydınlığı hâkim oldukça içimde farklı bir duygu belirmeye başladı. Ben bana veda ediyorum. Kapanan bir dönem. Beni gömmek için atılacak toprağın yerine odaya mor rengiyle gün ışığı doluyor. Güle güle eski hayat. Ruhuna dua. Ellerimle toprağı atıp büyük kararıma saygı duruşunda duruyorum. 

Hemşire uyuklamanın mahmurluğuyla buğulu gözlerle içeri giriyor. Yatakta put gibi durduğumu görünce 'Uyuyabildiniz mi biraz?' diye sordu. Bu kez daha ciddi bir tavırla söylediğini fark ediyorum. Vaktin geldiğini anlıyorum.

Sokak lambası ve ben hiç uyumadık, sabaha kadar konuştuk. Son olarak da kendime saygı duruşunda duruyordum, demek istedim ancak hemşire delirdiğimi düşünebilir.

'Yok, gözümü kırpmadan bekledim bir bekçi gibi. Çünkü  ben bir Kordon Bekçisiyim' diye yüksek sesle söyledim.

Hemşireyi güldürmeyi başarmıştım keşke ben de gevşeyip rahatlayabilsem. Ama kaskatı oldum, şaşkınım ve sarhoş gibiyim. Sanırsınız bir şişe rakıyı, bir kilo acı biberle devirdim. Tam bunu düşünürken bebek karnımı sanki okşuyor, minicik ayaklarını hissediyorum. Biraz sonra onlara dokunacağımı düşündükçe heyecandan nutkum tutuluyor. Onu da güldürdüm galiba. Karnım hopluyor. Sesimize nihayet baba adayı uyanıyor. Benim dışımda herkes sakin, rahat ve gülümsüyor.

 

6 yorum:

Unknown dedi ki...

Cok guzel bir yazi Ozlemcigim, yine su gibi anlatmissin hislerini.

Özlem Y. Uçak / Okur ve Yazar dedi ki...

Teşekür ederim Bahar. Dün gece emzirirken tamamladım.

Betül Erdoğan dedi ki...

Yüreğine sağlık okurken duygulandım.

Özlem Y. Uçak / Okur ve Yazar dedi ki...

Teşekkür ederim canım

Gülten Akseki dedi ki...

Yüreğine kalemine sağlık tebrikler

Özlem Y. Uçak / Okur ve Yazar dedi ki...

Çok cok tesekkur ederim