1 Ekim 2020 Perşembe

Anne Öyküsü: Kırmızı Termos


KIRMIZI TERMOS


Puslu, yağmurlu bir hava. Böyle havalarda hep çocukluğumu, annemi, içine sıcak süt koyduğu kırmızı termosu anımsarım. Nerede acaba o termos?... diye düşünürüm. Sonra, ‘annem gitmiş, ev satılmış, çocukluğum bitmiş, termosu ne düşünüyorsun şimdi’ der kızarım kendime.
Sütün yanına geceden yapılıp bırakılan mozaik pastanın tadı gelir aklıma. Kokusu evin her tarafını sarar, gecenin bir yarısı kardeşimle uykumuzda sırıtarak bir yandan bir yana dönerdik. Annem her öğlen işten eve gelip yemeğimizi yedirir, öğleden sonra o atıştırmalığımızı hazırlayıp işe dönerdi. Ders çalıştığımız odada sobayı yakar, mozaik pasta erimesin diye salondaki masanın üstüne bırakırdı. Sütü soğumasın diye kırmızı termosa. 
Düşünüyorum da annem ne zaman yemek yerdi? Hiçbir öğlen arkadaşlarıyla buluşamazdı, kendisi için alışverişe çıkmazdı. Hoş buna ihtiyacı da olmazdı. Dikiş dikerdi annem. 18 yaşıma kadar giydiğim en gözde elbiselerim, montlarım, askılı bluzlarım annemin diktikleriydi. Her bayram yenilerimiz olurdu. Büyük bir özenle temiz tutar sonraki bayramda da giyebilmek için saklardık. Ama üzerimize olmazdı, büyürdük. Onlar küçülürdü. En derin hayâl kırıklığını yaşardık o zaman. Annem yüzümüzdeki hüznü görüp çok daha renkli şeyler dikmek için otururdu meşhur dikiş makinesinin önüne. Şimdi fark ediyorum. Onca iş, ev, okul, biz derken dikiş dikecek zamanı nasıl bulurdu? Ne bulaşık makinesi vardı ne çamaşır. Ne pizzacı ne de hamburgerci. Ocağın altında kocaman bir fırınımız vardı. İşte o bizim zenginliğimizdi. İçinden mucizeler çıkaran annemdi. Onun yarısı kadar olabilsem!...
Böyle puslu, yağmurlu havalarda kırmızı termosu anımsarım. Annemin okula gelip, eve çıkan  yolda her daim biriken çamurdan kurtarmak için yol boyu kucağında taşıdığını anımsarım. Okul çıkışıma yetişmek için koşarak bana gelişini gözümde canlandırırım. Canhıraş şekilde, bonkörce yağan yağmurun altında genç hayat dolu, güzel -Jane Fonda'ya benzetirlerdi- bir kadın coşkuyla çocuklarına koşuyor… Çamura bulansam ne olurdu sanki? Senin o tertemiz ciğerlerine dolan soğuğa lanet olsun! Ayakkabılarım çamur olsaydı.
Sonra yine puslu bu havada, çoraplarımın ıslandığını -anne işte- bilir, elinde sıcacık yün çoraplarla, sınıfın önünde bir anda beliriveren gülen yüzünü anımsarım. Giydirişini ve bir melek gibi oradan  hızla uçuşunu.
 Sarı yağmurluğumu anımsarım. Elimde uçurtma yaparak sırılsıklam eve geldiğim gün beni minik minik patakladığını hayâl meyal. Hiç yanmamıştı canım, korkmamıştım da. Ama sen pişman olup sımsıkı sarıldın bana. Ben onu anımsarım.
İşte böyle puslu yağmurlu havalarda annemi, mozaik pastayı, o kırmızı termosu ve bir sürü şeyi anımsarım. Sahi, nerede o kırmızı termos? Annem gitmiş, çocukluğum bitmiş. Elimde bir o kırmızı termos kalmış. O da diğerleri gibi kayıp. 
Özlem Y. Uçak 

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Bende çocukluğuma gittim. Kırmızı, sıcak!
Reşide Okudur

Özlem Y. Uçak / Okur ve Yazar dedi ki...

Soba, soğuk salon, sıcak oda ve mozaik pasta. Çocukluğunuza götürdüysem ne mutlu bana.