MERAK
İnsanın yaşı kaç olursa olsun bir
uğraşısı olmalı. Bunun önemi yaş ilerledikçe anlaşılıyor. Ne ile uğraşacağız,
diye sorabilirsiniz. Çocukluğunuza bakın. En severek oynadığınız oyun-oyuncak
gelecekte sizin neye ilgi duyacağınızı gösterecektir. Örneğin erkek çocukları
arabalarla oynamayı sever. Etrafınızda, kırkına gelse de çocukça bir heyecanla
otomobillere merak duyan birini gördüğünüzde ki bu çok mümkün, şimdi
okuyacağınız bu öyküyü anımsayın:
Aykut’un en büyük merakı eski
otomobillerdi. Çocukken oynadığı otomobillerin gerçeği ile uğraşmanın verdiği
hazza hiçbir şeyi değişmezdi. On dördüne geldiğinde babasının Ford’unu
nasıl kullandığını her fırsatta anlatırdı bıkmadan. Hemen anlaşılan kabarık bir
gurur görürdüm. O gurur otomobil tutkusunun yansımasıydı. Ralli yarışçısı olma
isteği çocukça bir hayal olarak kalmaya mahkûm edilmişti tabi. Ama hayalinin
peşinden gitmenin yolunu bulmuştu Aykut. Otomobil tamircileriyle ahbaplık
ederdi. Anlayacağınız, keyfine çıraklık yapıyordu; hevesi serbest kaldıkça
hayatın ciddiyeti ve sıkıcılığının üzerinden uçup gittiğine kaç kez bizzat
şahit olmuştum.
Son model, pahalı otomobiller
değildi ilgisini çeken. Geçmişin gözdelerine hayrandı. Bir köşede paslanmaya
terk edilmiş, gösteriş ve endamını anlayana gösteren bir otomobili mücevher
gibi görürdü. Aykut onların peşinden gitmeyi bulup çıkarmayı severdi.
O gün, 82 model bir BMW görmek için
Okmeydanı’nda bir mahalleye gittik. Sokağın başında otomobilin sahibi bizi
karşıladı. Bunu ilk başta bir nezaket olarak düşünmüş ama mahallenin halini
görünce düpedüz güvenlik için olduğunu anlamıştık. İlginç bir adamdı.
Civardaki, savaştan henüz kurtulmuş gibi görünen dökük evlerin keşmekeşliğini
üstüne çok güzel giymiş tıpkı onlar gibi görünüyordu. Bir gözü kördü.
Yıkık bir binanın otoparkına
girdik. Ağır bir koku vardı. İzbe, duvarlarının köşeleri dökülmüş, ucu
görünmeyen karanlık bir yerdeydik. İçeri girmeye çekiniyor, daha ürkek
davranıyorduk. Ta ki Aykut, hurdadan hallice, onun tanımıyla kahramanı, görünce
birden unuttu nerede olduğunu. Doğrusu ben de onu görünce rahatlamıştım. Çünkü
çok güzeldi.
Sadettin Bey ilk aldığındaki
güzelliğinden bahsetmeye başladı. Aykut severdi bu anıları. Uzun uzun dinledi.
Konuştukça Sadettin Bey’in gerçekten de karanlık işlerle ilgilenen ama babacan
birisi olduğunu ayrımsamaya başlıyor ve farkında olmadan gevşiyorduk. İşlerin
peşine bu emektarı az sürmediğini anlatıyordu. Adam anlattıkça lastiklerindeki
kurumuş çamur gibi üzerine yapışmış belayı görür gibi oluyorduk.
Bir zamanların en muhteşem otomobili
horlanmış, dışlanmış, mahalle köşelerinde beyaz atlı prensini bekliyordu.
Her otomobilin bir cinsiyeti vardı. Rengi de önemliydi tabi ama asıl, otomobil
geçmişte ne yaşamış Aykut onu görürdü. Onun bir kadın olduğunu, istemediği bir
hayatın içinde savrulup durduğu için hayata küstüğünü hayal etti. Ödeyeceği
paradan çok daha masraflıydı. Sağ kapı kapanmıyor, silecekler çalışmıyor,
döşemeleri parçalanmış, teybi kırılmış vb gibi yığınla sorunu, büyük bir bakıma
ihtiyacı vardı. Ne var ki hiç biri Aykut’un umurunda değildi. Hemen oracıkta
sahip oluverdi. Bir hayat kurtarmış kadar gururlu ve cesur bir savaşçıydı o an.
Şoför koltuğuna ralli yarışçısı edasıyla oturdu. Anahtarı taktı ve marşa bastı.
Aykut’u izlemeye başladım. Bir
çocuk gibi gülümsüyordu. Mahalleden uzaklaşırken otomobil teşekkür edercesine,
şaşılacak derecede su gibi akıyordu. O an geride kalan ve gelecek ne varsa Aykut’un
gözlerinde okudum. O gözlerde gördüğüm şey mutluluğun somut tutulur ve görünür
haliydi. Yaşanan bu an ise mutluluğun teferruatından başka bir şey
değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder