1 Ağustos 2022 Pazartesi

Masalsı Öykü: Kibrin Taş Tarihi



KİBRİN TAŞ TARİHİ

Yeryüzünün bir yerinde aklın alamayacağı kadar uzun bir sahil. Güneş neşeli bir top bu sahilde. Gökyüzü evrenin sonsuzluğunu gösterecek kadar berrak ve mavi. Sahilde geziniyor pelerinli bir kadın. Dur durak bilmeden çakıl taşı topluyor. Elinde tuttuğu şeffaf poşetin içi, küçük bir çocuğa oyuncak, sevgililerin utangaçlıklarını örtmeye çabalarken ellerinde oyalandıkları taş olmak isteyen onlarca taşla dolup taşıyor. Pelerinli kadın, avucuna her aldığı taşı ovalıyor, beğenmeyince fırlatıyor bir tarafa. Ortalık savaş alanı. Taşlar kanamaz ama hisseder. Onlar canlıdır, duyguları vardır. Tüm taşlar endişe içinde, sıra kime gelecek, kim koparılacak bu cennet gibi sahilden…

Birbirini çok seven iki taş; Pırıl ve Alacan. Olup bitenler Alacan ve Pırıl’ın umurunda değil. Deniz bardaktaki su kadar durgun. Sahilin kavisi balıketinde bir ananın kalçaları gibi dingin. İki güzel sevgili, Pırıl ve Alacan. Uzanmış, tuzlu suyun vücutlarını okşayıp geçmesinin keyfini çıkarıyor. Birden hava hırçınlaşıyor, öyle ya sahil güzel olduğu kadar coşkulu da. Dalgalar büyüyor. Alacan' ın teni üzerinden akan köpükle parlıyor. İşte o anda taş toplayan o pelerinli kadın onu görüyor, Alacan’ı. Elleri bir pençe gibi üstüne konuveriyor. Ayasının nemiyle hunharca okşamaya başlıyor. Uzaklaşıyor. Alacan kadının parmaklarının arasında. Korkuyla sahile, Pırıl’a bakıyor. Pırıl çığlık çığlığa, “Gitme! Nereye götürüyorsun onu? Beni de alın!” diye bağırıyor.

Kadın aradığını bulmuş olmanın sevincinde. Pelerinini rüzgârda savurarak sahilden çıkıp gidiyor. Böylelikle Alacan başka bir hayata doğru yola koyuluyor. Pırıl arkasından günlerce ağlıyor. Artık yapayalnız. Bir anda tepetaklak oluyor her şey, boş ve anlamsız geçiyor zaman. O kadar çok sıkılıyor ki kâbuslar görüyor. Alacan’ın muhteşem güzellikte bir yere götürüldüğünü ve onu unutacağını düşünmeye başlıyor. Ve gün geliyor, gitmeyi o da çok istiyor.

"Benim orada olmam gerekiyor. Gitmeyi isteyen o değildi bendim."  Demeye başlıyor yanındaki çakıl taşlarına.

 "Ne olursa olsun gitmeliyim!"

Bahar geliyor sonra yaz. Zaman masalsı sahilin dingin yavaşlığıyla ilerlerken Pırıl  taşların altına gömülüyor. Sahile gelen insanlar ne üzerine oturuyor ne de onu eline alıyor. Pırıl sonsuz bir hüzünle uykuya dalıyor. Derken bir gün, o aynı kadın sahile geliyor. Pırıl'ı taşların altından çekip alıveriyor.

Kendine geldiğinde etrafına bakınıyor. Çevresinde bir sürü taş var fakat burası sahil değil. Karanlık, sessiz ve cansız bir yer. Tenine dokunan kadife yumuşaklık çok farklı; hem ürkütücü hem de heyecan verici. Hoşuna gidiyor ve neşeyle yuvarlanıyor, bir sağa bir sola.

‘Başardım işte buradayım. Alacan, geldim... Bu yumuşak yerin üstündeyim ben de!"

 “Alacan neredesin?  Beni unuttun mu yoksa? Benim Pırıl...” 

Kimseden çıt çıkmıyor. Tekrar  sesleniyor,

“Alacan’ı gördünüz mü?”

 “Alacan diye biri yok burada. Burada olacağını nereden biliyorsun?” diye soruyor, yaşlı olduğu küçüklüğünden belli olan bilge bir taş. Taşlar yaşlandıkça küçülür ve yok olunca ölür.

“O çok önce geldi buraya!” diyor Pırıl ve bağırmaya devam ediyor, “Alacan neredesin?”

Yaşlı taş babacan bir tavırla, "Çok büyük bir dünyadasın. Arkadaşını bulman hiç kolay değil," diyor.

“Buradan başka bir yer de mi var?"

 "Bilmediğin çok şey var. Karışık, tehlikeli bir yerdesin. Kendini korumalısın.” 

“Neden korumalıyım?”

O sırada bir el tepeden inip yaşlı taşı alıyor. Pırıl bakakalıyor arkasından. Söyleyeceği pek çok şeyi diyemeden gidiyor sevgili yaşlı taş. Pırıl bir bakıyor ki, bu dünya düşündüğü gibi değil. Güneşin ve rüzgârın olmadığı, kuşların gökyüzünü kanatlarıyla çizmediği, karanlık bir dünyada. Her şey sönük, ölü gibi sessiz, boğucu ve korkutucu. Zaman geçiyor, aylar belki yıllar dolusu zaman kaybolup gidiyor. Pırıl çok kötü hissediyor, yanmış bir dal gibi kuru. İyodun üzerinde bıraktığı yol yol ışıltısını kaybeden, dalganın değmediği bir köşede unutulan zavallı bir taş gibi. 

“Hiç güneş doğmuyor. Böyle ne kadar zaman geçiyor anlamıyorum. Yüzyıllardır buradayım galiba…”

 Derken bir gün, yaşlı taş gittiğinden beri ilk defa, ortalık aydınlanıyor. Bir kadın çıkıyor ortaya. Aynı kadın olduğunu düşünüyor Pırıl. Kadifenin üstündeki taşlardan birini eline alıyor. Sonra bir tane daha. Bir tabloya yapıştırmaya başlıyor. O kadar büyük bir tablo ki, tüm duvar taşlarla doluyor. Onları boyuyor. Kırmızı, mavi, yeşil, sarı, turuncu, mor yollar yapıyor.

“Bu gökkuşağına benziyor,” diyor ve heyecanlanıyor Pırıl.

Tüm taşlar yerleştirilirken, Pırıl kadifenin üstünde kalıyor. Hırsı bir kat daha artıyor. Ne o çok sevdiği yumuşacık kadife yer, ne Alacan. Artık tek amacı tablonun üstünde olmak. O da gökkuşağının renklerine bürünebilir, çekici bir taş olabilir. Hiçbir şey bundan daha önemli değil... 

“Beni eline al. Ben de tabloda olmalıyım. Burada tek başıma kalamam…”

Derken sonunda Pırıl tablonun en üstüne yerleştiriliyor. Gece kadar karanlık oluyor Pırıl. Diğerleri gökkuşağı renklerine boyanırken o siyah oluyor. Kadın her gün onu okşuyor, fırçalıyor ve parlatıyor.

Gecenin Gökkuşağı tablosu, göz kamaştırıcı parlak ışıklı bir yere götürülüyor. Burası hiç karanlık olmuyor. Önünde durup onu izleyen bir sürü insan. Gözlerinde kendini ve insanların büyülenerek ona baktığını görüyor. Onlar tabloyu övdükçe Pırıl en güzel ve biricik olanın sadece kendisi olduğuna emin oluyor.

“Bir zamanlar ayaklar altında eziliyordum. Şimdi bakın bana! En değerli taş benim.”

Diğer taşlarla arası açılıyor iyice. Onlara büyüklük taslamaya başlıyor.

“Benim sayemde buradasınız. Ben bir taneyim, tekim. Olmasaydım bu tablo bir hiç!” 

Sürekli küçümseyen aşağılayan sözler söyleyip kendinin övülmesini isteyen küstah bir taşı kim sever? Onun üzgün, kederli yalnızlığını paylaştığı diğer taşlar böylesine alçaklık yapmasını nefretle karşılıyor ve onu içlerine almıyorlar. Her geçen gün büyüyen kibrine kimse engel olamıyor. Korkutucu ve dehşet verici yanılgının farkına varmasına artık imkân yok.

 “Herkes bana bayılıyor. En gözde benim. Ben olmasam bu tablo bir hiç…”

Bir gün kadın elinde başka bir tablo getiriyor. Pırıl’ı duvardan alıp yeni tabloyu asıyor.

“Neler oluyor, sen ne yaptığını sanıyorsun? Beni indiremezsin!”

O sırada bir kırılma anı oluyor ve Pırıl boşlukta savruluyor, kendini tablonun dışında yerde buluyor. Diğer tablonun üstünde onu görüveriyor. Alacan’ı. Her zamankinden daha parlak, renkli ve görkemli. Alacan’ı görünce tek anımsadığı mutsuzluğu oluyor, yalnız ve çaresiz geçen günleri.

“Sahilde insanlar seni ellerine alıp sevip oynarlarken bir kenarda durup izlerdim. Keşke beni de ellerine alsalar derdim. Onlar geçmişte kaldı. Bak şimdi neredeyim…”

 Bakışmaların dondurduğu havayı Alacan’ın sıcak gülüşü ısıtıyor. Pırıl o sıcaklığı aklının derinlerinde bir yerlerde hayâl meyal anımsayınca tamamen unutmadığını ayrımsıyor ve telaşa kapılıyor, kekeliyor. Ne diyeceğini şaşırıyor.

“Be-ben de bir ta-tabloyu süslüyorum. Üstelik b-baş taş-ş olarak. Bak işte orada! Hey! Tabloma koysanıza beni artık!”

“Seni gördüğüme çok sevindim. Az daha tanıyamıyordum, çok değişmişsin. Buraya nasıl geldin?”

“Sahilden beni de aldı kadın.”      

 “Sahile dönmenin yolunu aradım durdum. Seni çok merak ettim Pırıl. Çaresizdim!”

“Artık çok başarılı bir taşım ben. Burada en gözde benim.”

Kadın yerden onu alırken, Pırıl Alacan’a sesleniyor; “İşte, ait olduğum yere konuyorum bak! Çok güzel değil mi?”

Gururlu ve harika hissediyor. Çünkü giden o, yani terk eden. Çok daha güzel bir yere gitmek üzere olduğunu, Alacan’ın bu eskimiş yerde kalarak mutsuz olacağını düşündükçe göğsü kabarıyor.

“Bu sefer giden ben oldum, bak. Zavallı Alacan. Üzülme sen de bir gün iyi bir yerde olursun belki.”

Alacan arkasından sesleniyor.

“Kal benimle, atla! Ben de atlarım. Sahilimize geri dönelim.”

“Ben buraya aidim, anlamıyor musun? Sahile dönmem artık. Hoşça kal.” 

Tablo ilk zamanlardakinden daha izbe ve kötü kokan bir yere konuyor. Kadın gidince zifiri bir karanlığa bürünüyor her yer. Pırıl zamanın ne hızla geçtiğini bilmeden beklemeye başlıyor. Sahilde Alacan ile yeniden birlikte olmak yerine Pırıl tablonun üstünde bekliyor, yıllarca, yüzyıllarca bekliyor.

“Hey bakın, ben olmasam siz bir hiçsiniz. Baksanıza! Tablonun en gözde taşı benim!”

 

 

 

Hiç yorum yok: