Ayakkabı Tamircisinin İlginç Rüyası |
“Yaşamak, yeryüzünde en
nadir rastlanılan şeydir. İnsanların çoğu sadece var oluyorlar o kadar.”
Oscar Wilde
AYAKKABI TAMİRCİSİNİN
İLGİNÇ RÜYASI
Bazı insanlar,
yaşadıkları yerin sahibi olmak yerine, ‘o yerin sahip olduğu’ bir varlık
oluyor. Şehir ve deniz ilişkisi gibi. Şehir denize ait değildir, deniz şehre
aittir. Boğazın İstanbul’u değil, İstanbul’un boğazı olması gibi.
Mesela bir ayakkabı
tamircisi; neredeyse çocuk yaşta başladığı mesleğini aynı mahallede hatta aynı
dükkânda sürdürüyor. Önüne gelen çeşit çeşit ayakkabıyı söküyor, dikiyor,
yapıştırıyor ve boyuyor. Yıllarca. Başka hiçbir şey yapmıyor. Bu durumun,
tamircide nasıl bir duygu yarattığını kimse bilemez. Hoş, kendisi de neler
hissettiğini anlayamaz çoğu zaman.
Ece ayakkabı tamir
dükkânına sık olmasa da zaman zaman giriyor ve her girişinde hissettikleri aynı
oluyor. İçinden fışkıran boğucu bir sıradanlık ve aynı zamanda masalsı bir
gizlilik. Dükkândan içeri girerken dar kapının çıngırağı çalıyor. Bir basamak
iniyor. O an dış dünyadan çıkıp başka bir dünyaya girdiği fikrine kapılıyor. Deri,
boya ve toz kokusunu içine çekiyor. Binlerce hatta belki milyonlarca ayağın
deriye sinen kokularını duyumsamak, hayatlardaki farklılıkları ve aynı anda
sıradan şeylerdeki birbirlerine benzerlikleri onda baş döndürücü bir etki
yapıyor. Parlak, rugan ayakkabısını gösterirken tamircinin, hayatı boyu
defalarca tekrarlamış olduğu el hareketinin çabukluğuna ve naifliğine gizliden
bir hayranlık duyuyor. Arka duvarda ürkütücü şekilde duran eğik ve siyah
aynadan onu seyretmeye başlıyor. Elleri ayakkabının üstünde ustalıkla ve
yüzündeki yol yol çizgiler kıpırtısız duruyor.
Tamirci işini yaparken
bir yandan da yanındaki çırağına rüyasını anlatmaya başlıyor. Sıradan, sabun
köpüğü gibi sohbetler bazen insanları dinlendiriyor. Düşüncelere dalıp içeriden
çıkamamak tehlikesini yok ediyor belki de. Tamirci, hep aynı rüyayı görse
de her defasında onu heyecanlandırdığını söylüyor.
Ece meraklı görünmekten
çekiniyor belli etmek istemiyor ama sessizce adamın anlattığı rüyasını
dinlemeye başlıyor:
Yağmurlu bir günde
dükkândadır. Oldukça ürkünç, karanlık bir hava vardır. O, ayakkabı topuğu
çakarken şimşekler çakar. Kulakları sağır eden bir gürültü olur. Karşısındaki
duvar çökmüştür. Korkunç bir manzaradır. Sokağı görür. Etrafta bağrışmalar
vardır. Ama onda panik duygusu belirmez. Telaşlanması gerekirken sakindir.
Sanki hep yıldırım düşüyor, evler yıkılıyor gibi sakin. Topuğu çakmaya devam
eder. Bir an çökmüş duvardan sokağa dehşetle bakar, kalbi hızlı atar. Ardından
sevinç hisseder. Koca binanın duvarı çökmüş; sevinç hissetmesinden utanır.
Gördüğü rüyadan dolayı kendini ayıplar…
“Felaket oluyor
insan sevinir mi yahu?” diyerek bitiriyor rüyayı anlatmayı.
Ece aynadan adamın ellerini
izlerken parmaklarındaki boya lekelerini fark ediyor. Derinin içine işlemiş
boyalar, doğuştan öyleymiş gibi gayet olağan görünüyor. Bir ayakkabı tamirci
dükkânında sıradan bir manzara olarak düşünüyor Ece. Neredeyse yarım yüzyıldır
ayakkabı tamir ettiğini düşününce, boyalı ellerini temizlemek için onun bir
cesareti olabileceğini sanmıyor. Ece, tamircinin rüyasını düşünmeye başlıyor.
Adamın, yaşamını durağan şekilde sürdürmenin huzurunun, onda yarattığı
dinginliği ama bir yandan da, için için hayatında büyük bir değişim istediğini
anlıyor. Ama hiçbir zaman, yer yarılsa bile, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğinin,
onun da farkında olduğunu gözlerinde görüyor. Başka bir kuvvetin her şeyi
değiştirmesini bekliyor tamirci. İşte bu yüzden, rüyasında yıkılan duvara bakıp
sevinç gösteriyor.
Ece bu çıkarımını ona
söylemiyor. Söylemesinin bir anlamı olmayacağını biliyor. Önyargılı olduğunun
ve bu önyargısını, tamircinin yıkacak bir iradesinin olmadığını da ayrımsıyor.
Bir küçümseme ya da aşağılama olarak düşünmüyor tüm bunları. Ne var ki, deri ve
boya kokuları içinde, tamirciyi izlerken büyük bir duyarsızlık hissine
kapılıyor birden. Tüm yaşadıkları, heyecanları, duygu iniş çıkışları,
sevdikleri, nefretleri, gülüp ağladıkları Ece'nin hayatına dair her ne varsa,
bu anda, bu küçük kunduracıda bir nefes alış kadar hızlı bir zamanda, sıradan,
olağan ve basit hale geliveriyor. Kendinin değiştiremediklerini kabullendiğinin
farkına o anda varıyor.
“Usta, bitince bir de
boyayıver,” diyor ve sehpada duran gazeteyi eline alıyor.
https://drive.google.com/file/d/1d-3p5q4SAJVjkFQEamprBnuO4CAjMNkc/view?usp=drivesdk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder