7 Mart 2021 Pazar

Anı: Yirmi Üç


YİRMİ ÜÇ

 

Yasla ağırlaşmış nefesler evi boğuyor. Havaya karabasan gibi nem çökmüş. Bunu unutmuşum. Vücudumu kimseye değdirmemenin gizli telaşında istemsizce ileri geri sallanıyorum. Çarşafla sıkı sıkıya sarılmış olan benmişim gibi gergin, ıslak  ve solgunum.

Klimanın önündeki en gösterişli koltuğa beyaz yazmalı kadın oturtulmuş. An’ın en önemli kişisi o. İnce ağzından, hiç beklemediğim gür bir ses çıkıyor, şaşırıyorum. Çocukluğumda kalmış evin yüksek duvarları şimdi alçak, yalnız, küçük.   Kadının içe işleyen uzun melodik duasıyla daha bir alçalıyor. Ev kalabalık. Burada bulunma sebebi herkesin aynı, sözde veda ediyorlar. Halamı bir daha hiç görmemek üzere, büyük büyük gösterilen bir veda. Sanki hep görürlermiş gibi. Duacı kadının yanı başına kuruluvermiş Nebahat Hanım. İyi anımsarım, kulaklarımızı acıtan tiz bir sesi vardı. Daha ince bir ses duymadım. Yüzü gibi sesi de koyulaşmış. Az bağırmadı balkondan. “şu haspalarını sustur,” diye.

Halacım ne ona ne bize söz yetiştiremez, kendi yerdi lafları. Karşısındaki koltukta oturan kadın da sözde eski mahalleden halamın dostu. Hatırlamıyoruz onu. Eniştem zar zor biraz anımsar gibi oldu. Bu nasıl bir dostluksa artık, ölümde ortaya çıkanlardan…

Böyle olunca ben veda etmiyor hatta hiç üzgün değilmişim gibi görünmek istiyorum. Aslına bakarsak benim için bir yere gittiği yok. Ölüm bana acı, korkutucu gelmiyor. Yaşamın bir parçası, başın sonu ve sonun başı. Gözlerime istemsizce vuran bir gülümsemeyle evi dolaşıyorum. Şöyle düşünüyor olabilir evdeki bazıları; ‘bu kız neden sırıtıp duruyor?' Haklılar. Cenaze evinde öyle gülünmez, yüksek sesle konuşulmaz, en fazla ağlanır. Kimse bilmiyor içimi. Neyse ki evin gerçek ahalisi halama düşkünlüğüme vuruyor deliliğimi. Böylece özgür davranabiliyorum.

Ranzalı odada gardırobun kapağında bir araba çıkartması kalmış. Hâlâ nasıl duruyor orada? Beni ayaküstü yıllar öncesindeki bir yaz tatiline götürdü. Kâmil’in çıkartmalarından biriydi. Duvarlara defterlerinin kapağına yapıştırırdı. Aklıma komik şeyler geliyor. Dudaklarımın çizgisi aşağı eğik. Kamil geliyor yanıma, ıslak bakıyor. Çıkartmayı unutmuş, görünce ürperti ile özlem arası bir duyguyla titriyor o an. Okşuyorum yüzünü. Koca adam oldu, banka müfettişi. Dua okunurken evin çevresi, bahçe onun iş arkadaşlarıyla ve altında çalışan insanlarla dolu. Patron ama bugün imkânsız. Çocuk gibi masum ve buruk. Aramızda iki yaş olduğu için çocukluğumuzda ona kötü davranırdık. Ablası Sibel benden bir yaş büyüktü. Çocukken böyledir. Bir yaş bile önemlidir. Burası Kamil’in odasıydı daha çok. Yaz tatillerinde ben gelince Sibel ile salonda yatardık. Geceleri kimseye duyurmadan gizlice dışarı çıkar deniz kenarına iner, sahilde köşedeki bambulu barda dans ederdik. Bob Marley çalardı. Defterlerimizi Duran Duran, Aha, George Michael posterleri ile kapladığımız zamanlardan yeni çıkmıştık. Türkçe defteri Duran Duran, Fen AHA. Şu an ki halimden on beş kilo az yirmi yaş gencim. Saçlarım daha koyu, beyazım çıkmamış boyamaya başlamamışım elbette. Gözlerim parlak. Halam şeker hastalığının pençesine düşmemiş; elmacıklı yanakları, canlı gür saçları, enerjisi ile gözlerimi büyülüyor. Bir bunlar, o anları cennet yapmaya yeter.

Aylardan yine temmuz. Bir yaz tatilinde halamlardayım. Evdeki kalabalık kayboldu. Başka sesler geliyor kulağıma. Kıkırdıyoruz kuzenlerle. Halam anaç tavrını takınmış, olacakların ve olanların fazlasıyla farkında, bilge bir tontonlukla bize kurabiye pişiriyor. İçini hazırlayayım siz şekil vereceksiniz diye sesleniyor. Böyle yaparak hayatımızı da şekillendirebileceğimizi düşünüyordu belki de. Tamam diye bağırıp açıyoruz teybi. Madonna şarkısında öğrendiğimiz figürü yapmaya çalışıyoruz. Kamil dalga geçiyor bizimle. Boğuşuyor musunuz dans mı ediyorsunuz, diyor. Yaşı küçük ya onu umursamıyoruz. Çoğu zaman plajda tanıştığımız oğlanlardan bahsediyoruz. Halamın konuştuklarımızı duymadığını sanıyoruz. Bırak öyle sansınlar demiş bir gün enişteme. Kâmil duymuş. Her şeyi biliyorsa bizi falakaya yatırır, yok blöf diyoruz. Saflık işte.

Saçlarımda yumuşacık bir el hissediyorum. Kokusu geliyor burnuma. İçime sıcak çikolata yoğunluğunda bir şeyler akıyor, sıcak basıyor bir anda. Ama öyle bir ısınma değil; bu temmuz sıcağında dondurma yemiş gibi ağzım serinliyor, ferahlıyorum. Balkonda yapılan uzun, şaka dolu kahvaltılarında halam eteklerini savurarak balkonda dans ediyor. Domates salatalıkla tabağa şekiller yapıyor. ‘Bu ne söyleyin bakalım!’ Biz de muhteşem bir ödül alacak veya böylelikle kendimizi ona çok beğendirecekmişiz gibi yarışıyoruz. On dört, on altı, on yediyiz. Ama halamın bize on yaşımızdaymışız gibi davranmasına bayılıyoruz. Neşemizin, sevimliliğimizin en büyük kaynağı o. Şimdi ben gülümsemeyeyim de kim gülsün?  Geleceğe bizi neyin beklediğini düşünmeden heyecan ve umutla güzel baktığımız, masum bir saflıkla coştuğumuz, kendimizi sahile atıp deli akan kanımızı durultması için vücudumuzu kırmızı güneşe bıraktığımız parlak günlerimizi düşündükçe...

Hepsi sırasıyla gözümün önüne geliyor. Ne güzeldi o günler. Böyle dediğim anda kendimi yorgun ve bıkkın hissediyorum. Şarkıları defalarca dinler her defasında bambaşka bir aşkı yakalardık kalbimizde. Şimdi kaskatı ve donuğum, şarkıyı ikinci kez dinleyecek zamanı vermiyorum kendime. Duygularım alındı, coşkularım azaldı. Sevinçlerim kısa sürüyor artık. Yaşlılık ne kötü. Halamın bunu yaşamamasına seviniyorum. Gülümsüyorum;

“Yataklara düşmeden kurtuldun oh” Odadaki birkaç kişi dönüp baktı. Birbirlerine mırıldanıyorlar “Kim bu?”

“Yeğeni yeğeni.”

Cengiz. Bugün günlerden o.  İlk karşılaştığımız günü anbean anımsıyorum. Hiç unutmadım ki... Temmuzun yirmi üçüydü. Yani bugündü. Hayat sürpriz dolu. Tüylerim ürperiyor. Yirmi üç sene önce tam bugün. Paniğe kapılıyorum. Tarih, acı mı kahredici mi yoksa özlemli mi bilmiyorum; beni yıpratan, olgunlaştıran ve donuklaştıran  bir oyun oynuyor. Kalbime doludizgin koşan biri, bense küçücük. Sahilde, oracıkta hemen düşüveriyorum ilk aşka. Hiç konuşmadan sessizce. Susayınca içilen su, acıkınca yenilen ekmek gibi olağan ve çabucak.

Aynı şehre okumaya gidiyorum. O Odtü’de. Yakınız diye nasıl sevindiğimizi anımsıyorum. Üniversiteye başladığım ilk yıl ve sonraki yıllar adeta dalgalı, çivi gibi soğuk sularda yüzüyorum ateşte yanarken.

Annelik ile sorgulanıyorum. Hani derler ya, 'bir yaş yaşlandım bir günde... ' Ben o gün yaşlanıyorum. Rüyamda defalarca görüyorum kızımı. İşte itiraf ediyorum hala; yaşamım, doğmamış kızımın sarı lülesinin üzerine kuruldu; yaşattım içimde onu. Ama sen söylemiştin, ben inanmamıştım. O yaşta, çaresizce bir görkemlilik bürüdü içimi. İşte. Nasıl korktuğumu sen biliyorsun. Gençlik. Keşke daha güçlü ve cesur olsaydım.

Odada artık ranza yok. Bir oturma koltuğu var. Duvara büyük bir tablo asılmış. Tıpkı evin bugünkü hali gibi renksiz. Eskisinden daha küçük oda. Biz büyüdükçe küçülen hayaller gibi. Cep telefonumun bildirim sesi ile aynı anda, evin kalabalığını, sesinin titreyişinden yorulduğu anlaşılan duacı kadını duyuyorum. Halamın gülen yüzünü çerçeveletip asmışlar duvara. Bu o hali. Aklımda yer eden içimi ısıtan, sırrımı paylaştığım halam işte bu. Gözüm telefonuma kayıyor. Bir davetiye fotoğrafı. Nikâh törenimize bekleriz. İmza, Cengiz ve bir isim. Kim olduğunun ne önemi var. Bugün benim için hazırlanmış bir karmaşa. Tanrının bana sunduğu mistik dengeye karşı donuyorum.

Halamın bedenini serin toprağa yatırıyoruz. Neden her şeyi güzel olan, en önce yatıyor oraya? Kalabalık sakince ilerlerken ben aralarından sessizce sıyrılıp yürüyorum sahile. Tıpkı o günkü gibi öyle bir rutubet var ki beni sarhoş ediyor, zaten hazırım. Sanki yüzercesine kollarımı bacaklarımı savurarak varıyorum kumsala. Ayakkabılarımı atıyorum bir tarafa. Kum, beni içine saklıyor. Eskisi gibi değil, şimdi canımı yakıyor. İçim yanıyor. Kum tanecikleri yüreğime doluyor tane tane, kavruluyorum. Dalga bir gelse ferahlarım belki.

'Sen hep yanımda kal. Onu gömelim toprağa başladığı yerde ve günde. Çünkü ölen o.'

İçimden durdurmadığım bir duygu seli akıyor parmaklarıma. İki kelime parmaklarımda bekliyor; her zaman, yaşananların özeti bu kadardır zaten. Cebimden telefonu çıkarıyor ve hızla yazıyorum. Kafamda serin bir boşluk oluşuyor. Sonra uzanıyorum dalgaların ıslattığı kuma. Halam da yanı başıma.

Hiç yorum yok: