YİRMİ ÜÇ
Yasla ağırlaşmış nefesler evi boğuyor. Havaya karabasan gibi
nem çökmüş. Bunu unutmuşum. Vücudumu kimseye değdirmemenin gizli telaşında
istemsizce ileri geri sallanıyorum. Çarşafla sıkı sıkıya sarılmış olan benmişim
gibi gergin, ıslak ve solgunum.
Klimanın önündeki en gösterişli koltuğa beyaz yazmalı kadın
oturtulmuş. An’ın en önemli kişisi o. İnce ağzından, hiç beklemediğim gür bir
ses çıkıyor, şaşırıyorum. Çocukluğumda kalmış evin yüksek duvarları şimdi
alçak, yalnız, küçük. Kadının içe işleyen uzun
melodik duasıyla daha bir alçalıyor. Ev kalabalık. Burada bulunma
sebebi herkesin aynı, sözde veda ediyorlar. Halamı bir daha hiç görmemek üzere,
büyük büyük gösterilen bir veda. Sanki hep görürlermiş gibi. Duacı kadının yanı
başına kuruluvermiş Nebahat Hanım. İyi anımsarım, kulaklarımızı acıtan tiz bir
sesi vardı. Daha ince bir ses duymadım. Yüzü gibi sesi de koyulaşmış. Az
bağırmadı balkondan. “şu haspalarını sustur,” diye.
Halacım ne ona ne bize söz yetiştiremez, kendi yerdi lafları.
Karşısındaki koltukta oturan kadın da sözde eski mahalleden halamın dostu.
Hatırlamıyoruz onu. Eniştem zar zor biraz anımsar gibi oldu. Bu nasıl bir
dostluksa artık, ölümde ortaya çıkanlardan…
Böyle olunca ben veda etmiyor hatta hiç üzgün değilmişim gibi
görünmek istiyorum. Aslına bakarsak benim için bir yere gittiği yok. Ölüm bana
acı, korkutucu gelmiyor. Yaşamın bir parçası, başın sonu ve sonun başı.
Gözlerime istemsizce vuran bir gülümsemeyle evi dolaşıyorum. Şöyle düşünüyor
olabilir evdeki bazıları; ‘bu kız neden sırıtıp duruyor?' Haklılar. Cenaze
evinde öyle gülünmez, yüksek sesle konuşulmaz, en fazla ağlanır. Kimse bilmiyor
içimi. Neyse ki evin gerçek ahalisi halama düşkünlüğüme vuruyor deliliğimi.
Böylece özgür davranabiliyorum.
Ranzalı odada gardırobun kapağında bir araba çıkartması
kalmış. Hâlâ nasıl duruyor orada? Beni ayaküstü yıllar öncesindeki bir yaz
tatiline götürdü. Kâmil’in çıkartmalarından biriydi. Duvarlara defterlerinin
kapağına yapıştırırdı. Aklıma komik şeyler geliyor. Dudaklarımın çizgisi aşağı
eğik. Kamil geliyor yanıma, ıslak bakıyor. Çıkartmayı unutmuş, görünce ürperti
ile özlem arası bir duyguyla titriyor o an. Okşuyorum yüzünü. Koca adam oldu,
banka müfettişi. Dua okunurken evin çevresi, bahçe onun iş arkadaşlarıyla ve
altında çalışan insanlarla dolu. Patron ama bugün imkânsız. Çocuk gibi masum ve
buruk. Aramızda iki yaş olduğu için çocukluğumuzda ona kötü davranırdık. Ablası
Sibel benden bir yaş büyüktü. Çocukken böyledir. Bir yaş bile önemlidir. Burası
Kamil’in odasıydı daha çok. Yaz tatillerinde ben gelince Sibel ile salonda
yatardık. Geceleri kimseye duyurmadan gizlice dışarı çıkar deniz kenarına iner,
sahilde köşedeki bambulu barda dans ederdik. Bob Marley çalardı. Defterlerimizi
Duran Duran, Aha, George Michael posterleri ile kapladığımız zamanlardan yeni
çıkmıştık. Türkçe defteri Duran Duran, Fen AHA. Şu an ki halimden on beş kilo
az yirmi yaş gencim. Saçlarım daha koyu, beyazım çıkmamış boyamaya başlamamışım
elbette. Gözlerim parlak. Halam şeker hastalığının pençesine düşmemiş;
elmacıklı yanakları, canlı gür saçları, enerjisi ile gözlerimi büyülüyor. Bir
bunlar, o anları cennet yapmaya yeter.
Aylardan yine temmuz. Bir yaz tatilinde halamlardayım. Evdeki
kalabalık kayboldu. Başka sesler geliyor kulağıma. Kıkırdıyoruz kuzenlerle.
Halam anaç tavrını takınmış, olacakların ve olanların fazlasıyla farkında,
bilge bir tontonlukla bize kurabiye pişiriyor. İçini hazırlayayım siz şekil
vereceksiniz diye sesleniyor. Böyle yaparak hayatımızı da
şekillendirebileceğimizi düşünüyordu belki de. Tamam diye bağırıp açıyoruz
teybi. Madonna şarkısında öğrendiğimiz figürü yapmaya çalışıyoruz. Kamil dalga
geçiyor bizimle. Boğuşuyor musunuz dans mı ediyorsunuz, diyor. Yaşı küçük ya
onu umursamıyoruz. Çoğu zaman plajda tanıştığımız oğlanlardan bahsediyoruz.
Halamın konuştuklarımızı duymadığını sanıyoruz. Bırak öyle sansınlar demiş bir
gün enişteme. Kâmil duymuş. Her şeyi biliyorsa bizi falakaya yatırır, yok blöf
diyoruz. Saflık işte.
Saçlarımda yumuşacık bir el hissediyorum. Kokusu geliyor
burnuma. İçime sıcak çikolata yoğunluğunda bir şeyler akıyor, sıcak basıyor bir
anda. Ama öyle bir ısınma değil; bu temmuz sıcağında dondurma yemiş gibi ağzım
serinliyor, ferahlıyorum. Balkonda yapılan uzun, şaka dolu kahvaltılarında
halam eteklerini savurarak balkonda dans ediyor. Domates salatalıkla tabağa
şekiller yapıyor. ‘Bu ne söyleyin bakalım!’ Biz de muhteşem bir ödül alacak
veya böylelikle kendimizi ona çok beğendirecekmişiz gibi yarışıyoruz. On dört,
on altı, on yediyiz. Ama halamın bize on yaşımızdaymışız gibi davranmasına
bayılıyoruz. Neşemizin, sevimliliğimizin en büyük kaynağı o. Şimdi ben
gülümsemeyeyim de kim gülsün? Geleceğe bizi neyin beklediğini düşünmeden
heyecan ve umutla güzel baktığımız, masum bir saflıkla coştuğumuz, kendimizi
sahile atıp deli akan kanımızı durultması için vücudumuzu kırmızı güneşe
bıraktığımız parlak günlerimizi düşündükçe...
Hepsi sırasıyla gözümün önüne geliyor. Ne güzeldi o günler.
Böyle dediğim anda kendimi yorgun ve bıkkın hissediyorum. Şarkıları defalarca
dinler her defasında bambaşka bir aşkı yakalardık kalbimizde. Şimdi kaskatı ve
donuğum, şarkıyı ikinci kez dinleyecek zamanı vermiyorum kendime. Duygularım alındı,
coşkularım azaldı. Sevinçlerim kısa sürüyor artık. Yaşlılık ne kötü. Halamın
bunu yaşamamasına seviniyorum. Gülümsüyorum;
“Yataklara düşmeden kurtuldun oh” Odadaki birkaç kişi dönüp
baktı. Birbirlerine mırıldanıyorlar “Kim bu?”
“Yeğeni yeğeni.”
Cengiz. Bugün günlerden o.
İlk karşılaştığımız günü anbean anımsıyorum. Hiç unutmadım ki...
Temmuzun yirmi üçüydü. Yani bugündü. Hayat sürpriz dolu. Tüylerim ürperiyor.
Yirmi üç sene önce tam bugün. Paniğe kapılıyorum. Tarih, acı mı kahredici mi
yoksa özlemli mi bilmiyorum; beni yıpratan, olgunlaştıran ve
donuklaştıran bir oyun oynuyor. Kalbime doludizgin koşan biri, bense
küçücük. Sahilde, oracıkta hemen düşüveriyorum ilk aşka. Hiç konuşmadan
sessizce. Susayınca içilen su, acıkınca yenilen ekmek gibi olağan ve çabucak.
Aynı şehre okumaya gidiyorum. O Odtü’de. Yakınız diye nasıl
sevindiğimizi anımsıyorum. Üniversiteye başladığım ilk yıl ve sonraki yıllar
adeta dalgalı, çivi gibi soğuk sularda yüzüyorum ateşte yanarken.
Annelik ile sorgulanıyorum. Hani derler ya, 'bir yaş
yaşlandım bir günde... ' Ben o gün yaşlanıyorum. Rüyamda defalarca görüyorum
kızımı. İşte itiraf ediyorum hala; yaşamım, doğmamış kızımın sarı lülesinin
üzerine kuruldu; yaşattım içimde onu. Ama sen söylemiştin, ben inanmamıştım. O
yaşta, çaresizce bir görkemlilik bürüdü içimi. İşte. Nasıl korktuğumu sen
biliyorsun. Gençlik. Keşke daha güçlü ve cesur olsaydım.
Odada artık ranza yok. Bir oturma koltuğu var. Duvara büyük
bir tablo asılmış. Tıpkı evin bugünkü hali gibi renksiz. Eskisinden daha küçük
oda. Biz büyüdükçe küçülen hayaller gibi. Cep telefonumun bildirim sesi ile
aynı anda, evin kalabalığını, sesinin titreyişinden yorulduğu anlaşılan duacı
kadını duyuyorum. Halamın gülen yüzünü çerçeveletip asmışlar duvara. Bu o hali.
Aklımda yer eden içimi ısıtan, sırrımı paylaştığım halam işte bu. Gözüm
telefonuma kayıyor. Bir davetiye fotoğrafı. Nikâh törenimize bekleriz. İmza,
Cengiz ve bir isim. Kim olduğunun ne önemi var. Bugün benim için hazırlanmış
bir karmaşa. Tanrının bana sunduğu mistik dengeye karşı donuyorum.
Halamın bedenini serin toprağa yatırıyoruz. Neden her şeyi
güzel olan, en önce yatıyor oraya? Kalabalık sakince ilerlerken ben aralarından
sessizce sıyrılıp yürüyorum sahile. Tıpkı o günkü gibi öyle bir rutubet var ki
beni sarhoş ediyor, zaten hazırım. Sanki yüzercesine kollarımı bacaklarımı
savurarak varıyorum kumsala. Ayakkabılarımı atıyorum bir tarafa. Kum, beni
içine saklıyor. Eskisi gibi değil, şimdi canımı yakıyor. İçim yanıyor. Kum
tanecikleri yüreğime doluyor tane tane, kavruluyorum. Dalga bir gelse
ferahlarım belki.
'Sen hep yanımda kal. Onu gömelim toprağa başladığı yerde ve
günde. Çünkü ölen o.'
İçimden durdurmadığım bir duygu seli akıyor
parmaklarıma. İki kelime parmaklarımda bekliyor; her zaman, yaşananların
özeti bu kadardır zaten. Cebimden telefonu çıkarıyor ve hızla yazıyorum.
Kafamda serin bir boşluk oluşuyor. Sonra uzanıyorum dalgaların ıslattığı kuma.
Halam da yanı başıma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder