21 Şubat 2021 Pazar

KARMA*

KARMA

 

Sabahın kör karanlığında uyandı. Oda buz kesmişti. Soyunurken kol ve bacaklarındaki ölgün tüyleri, buzlanmış dallar gibi dikleşti. Kazağı giyerken, tüylerine sürtüyor canını acıtıyordu. Beşikte yatan bebeğinin tüy kadar yumuşak saçlarını kemikli parmaklarıyla taradı. Şarkı söyledi. Sadece bebeğinin rüyasında duyabileceği kadar çıkıyordu Esme’nin sesi.

Tatlı mırıltılarla kıkırdıyor bebek.

Paçavraya dönmüş çarşafın üstünden köhne odaya kuş cıvıltısı gibi tatlı bir yankı yaptı bebeğin sesi. Gülüştüler. Annesinin dolu memesini emerken tekrar uyudu. 

Günün en huzurlu, dingin ve gerçek an’ı.

Yanında oyalandı, tekrar uyanırsa diye. Bahaneydi. Bırakmak istemezdi onu hiç. Her sabah yaşadığı bu bırakıp gitmeler… Hiçbir zaman bitmeyecekti bu hasret, kokusunun özlemi daha onu izlerken başlardı. Güneş ışığının odanın duvarında yaptığı harelerden bir tanesi bebeğin yanaklarındaydı. Mor dağ çiçekleri vardı yüzünde. Sevdi, okşadı. Zamanı bol değilse de ağırlaşmış gözleriyle uzun uzun izledi. Sonra yavaşça yanından kalktı. Gitmeliydi, gitmek zorundaydı. Derdi, ona fark ettirmeden evden çıkmak ve olması gerekeni yapmaktı.

Ne kabullenmişlik ne yokluk ne de çaresizlik; hiç birşey bunu anlatamaz.

İncelip yer yer dökülmüş tülü aceleyle çekti. Kornişin tiz sesi bebeği uyandırıvermişti. Esme elini göğsüne koydu. Diğer elini de onunkine.

Ninni söylüyor. 

Kapının arkasında asılı duran soluk hırkasını duvar gibi sert sırtına giydi. Yere düşen eşarbını almadan önce, gözden kaybolacağı için bebeğine kaçamak bir baktı. Bebek hep aynı yerde ve aynı şekilde yine ağlamaya başladı. Tiz, hırçın bir ağlama.

Annesinin her daim koynunda kalmak istiyor.

Bir ölü gibi uyuyan, sızmış kocası dünkü gibi yine uyanırsa çıkamazdı evden. Telaşlandı.

Hiçbir şey değişmez, düzelmez de. Hep gitmek zorunda kalıyor, bebeği de arkasından ağlıyor...

 Esme’nin sonu gelmeyecek yılgınlığı çocukken başladı.

Annesinin onu evde tek başına bırakıp akşam karanlığında gelmeleri. Bir somun ekmekle geçirdiği gündüzler. Vücudu kaskatı ve kuru, kalbi buz gibi ince bir kristal. Hayat böyle devam ediyor.

Bebeğini kucağına aldı. Ninniyi mırıldanmaya devam edince bebek derin bir uykuya daldı.

Sessizce kapıyı çekti. Evin taş koridorlarında gürültüyle oynayan çocuklara sessiz olmalarını işaret etti, sert bir sevecenlikle parmağını dudaklarına götürerek.

Yarım vücutluk yer ona yeterdi. Ne kadarını dolduracaktı ki. Daha azıyla idare etti. Otobüsten beş durak sonra indi. Sokak boyu yürüdü. Kulaklarına giren rüzgârın bedenini buza kestiğini hissediyordu. Hırkasının tüylü cebinde hazır duran kartını eline aldı. Yürüyen merdivenlerden inip turnikeden geçti. Tutunabileceği boş bir yer arandı. İnsanları iteledi. Saçları, sert soğuk paltolara sürtüyordu. Eşarbının altına iyice sakladı. Beşinci durakta indi. Yürüyen merdivendeki sırayı geçti. Yüksek basamaklı merdivenden hızla çıktı. Gecenin ağır kokan nefesleri göğsünü sıkıştırıyor, bacak arasını sızlatıyordu. Kalbini kulağında duydu. Biraz bekledi. O esnada, istasyonun duvarında duran onu eski bir dost gibi karşılayan tabloya göz gezdirdi. Gülen kadın siluetinin yanaklarındaki damlacıkları ilk bakışta hemen göremedi, ısrarla aradı.

Ardından mor rengi yakaladı.

Dudakları yayılmaya başladı. Onu görünce yüzünün gerginliği gidiyor sanki sonsuz mutluluğu keşfetmiş ve istasyondaki en mutlu insan o imiş gibi gevşeyip gülümsüyordu. Bir kaç saniye. Binlerce insana haber veren duvar saatinde zamanı kontrol etti. Otobüsün gelmesine bir dakika vardı.

Koştu. Durakta hareketlenme başlamıştı. Kara  paltolu, ağır nefesli adamların omuzlarını iterek otobüse bindi. Cama kafasını dayadı. Ayalarını hırkanın söküğünde gezdirdi. İnsanların onu küçük düşüren bakışlarına utandı ve söküğünü diker gibi parmaklarını büzüştürdü. Sonra birbirine sardı. Otobüsün telaşsız, ağırbaşlı ilerleyişiyle mayıştı. Gecenin yorgunluğunu atabileceği dört durağı vardı. Ayaklarını doladı ve gecenin bütün uykusunu uyudu. Uyumanın verdiği dinçlikle hızlı tempoda yürüdü.

İki kanatlı büyük kapıya nihayet vardı. Kapının görkemli duruşu bambaşka bir dünyaya açıldığının habercisiydi. Zil sesi evin ulu, görkemli duvarlarında yankılandı.

Gözlerini sıkıca yumuyor.

Açtı. O an gökyüzünün grisi birden renklenmeye başladı.

Mor rengi bir daha yakalamak için gökyüzüne bakıyor.

 Gördü, gülümsedi.

"Çok kalabalıktı yollar, geciktiğim için özür dilerim hanımefendi" dedi yanaklarını dolduran bir gülüş takınarak.

"Bir daha geç kalırsan son olur. İçeri geç. Odasında. Uyandı. Sütün var değil mi?"

İçeri girdiği sırada hırkası üzerinden sıyrılıp yere düştü. Eşarbı evdeki kadının kuzgun saçlarına karışıp omuzlarında uçuşmaya başladı. Odadan gelen bebek kıkırdamaları havadaki diğer kötü her şeyi emdi, yok etti.

Bebeğe doğru sevinçle ilerliyor.

Her adımda coşkusu arttı, her şey renklendi. Bebek kocaman gözleriyle beşikten bakıyordu. Esme’yi görünce gözleri parlamıştı. Birden sabah başladığı ninniyi neşeyle söylemeye başladı. Kaldığı yerden… 

İşte o anda kızı, yanaklarında açan o mor dağ çiçekleriyle ve bütün sevimliliğiyle karşısında duruyordu.

 

 

Hiç yorum yok: