22 Ocak 2022 Cumartesi

Dut Ağacının Sırrı



Dut Ağacının Sırrı, Anneannem

Ege ile Akdeniz’i birleştiren yüksek dağların arasında bir ovada, tarihi çok eski dönemlerde başlamış bir köy vardı. Balkan Savaşı’nda işgalden  kaçıp gelmiş göçmen aileler orada yaşardı. Dünya, üzerinde yaşanan bütün kötülüklerin başlıca kaynağı olan o ilk harpten çıkmış, ikinci harbe doğru hızla dönüyorken, köyde Güldalı adında minik el ve ayaklı gepegenç bir kadın yaşardı.

Bu gencecik kadın küçük yaşında hayatta var olma amacını adeta büyük bir kararlılıkla belirlemişti. O bir askerdi. Savaşın enkazını kaldırmak için gerekli insan gücünü meydana getiren doğurgan bir asker. Her iki yılda bir evden sokağa yaban kekiğinin keskin kokusu yayılır, o zaman Güldalı bir asker doğurmuş olurdu.

 Penceresi olmayan odada bir avazda ilk bebeğini doğurduğunda on beşindeydi. Kapısı salona açılan, penceresi olmayan odada doğan bebeklerin nuru yayılırdı etrafa. Civar evlerde yaşayan insanlar, bu gizi çözmeye çalışır fakat evin ışıltısına bir anlam veremezdi. Sessizdi ev; dışarıda süren sefalet ve açlığı kıskandırmamak için sevinçlerini göstermek istemezlerdi.

Arka bahçede ihtişamla duran dut ağacı Güldalı’nın doğumlarını, bebeklerin büyüyüşlerini izliyor ve dallarındaki meyvede anıları büyük bir itinayla saklıyordu. Güldalı her dut yediğinde narin vücuduna nüfus ediyordu; ağaç Güldalı oldu, Güldalı da ağaç. Dut ağacı ona hayat verme görevini ilahi bir aşkla sürdürüyordu. Güldalı’nın her gebe kalışında ağaç, köklerini toprağa daha çok saldı ve daha çok meyve verdi. Dut ağacı, ev ve Güldalı büyülü bir gizle birbirlerini tamamlıyordu.

Komşular, evdeki bereketin, bolluğun ve huzurun sırrının Güldalı ile dut ağacının birbirlerinden aldıkları güç olduğunu bilmiyorlardı tabi. Bu sırrı bilen tek bir kişi vardı; Osman Bey. Başöğretmendi Osman Bey. Dalyan gibi bir adamdı. O da bir askerdi. Köy köy dolaşır insanlara okuma yazma öğretirdi. Gittiğinde soğuk kış şartları bir yana, sefalet içindeki ülkede hiçbir vasıta bulamadığı için haftalarca eve dönmezdi. Mahalleli onu hiç görmez varlığından şüphe eder ve böylelikle evin sırrını bir türlü çözemezdi.

Aileyi ayakta tutmak Güldalı’nın göreviydi. Yedi kızı onun dalları, dört tane erkek evlat yoncasının yapraklarıydı. Osman Bey oğullarına düşkündü. Bunu sadece erkek evlatları bilir; bu durumun onlara verebileceği, hayatlarına bonkörce yansıtabilecekleri erdemi kimseye göstermeden mağrurca yaşamalarını sağlayan kişi Güldalı olurdu.

İkinci dünya savaşı başlamıştı. Milyonlarca insan ölürken Güldalı on birinciyi doğurdu. Dut ağacı dallarıyla pencerelerini, köküyle evin etrafını sardı ve meyveleri dolup taştı. Yerlere göklere sığmadı. Tüm mahalleyi, hatta köyü meyvesiyle besledi. Bunlar olurken Güldalı otuz yedi yaşındaydı ve on birden sonra doğurmayı bıraktı.

Harp bitti. Evde dingin ve huzurlu bir hava hâkimdi. Son üç küçük çocuktu evde kalan. Cengiz on iki, Oğuz on, Nursel sekiz yaşındaydı. Masmavi gözleri, sapsarı saçları güleç yüzleri vardı. Ve bir gün olanlar oldu. Onca bolluğu bereketi veren tanrı karşılığında o çocukları alacaktı. Ağacın gölgesine yığıldılar. O günden sonra hiç bir şey eskisi gibi değildi. Dut ağacını asla affetmedi. Onları koruyamamıştı. Gökten gelen ışık aldı onları; Cengiz’i, Oğuz’u Nursel’i ve Dut ağacını. Evin sessiz huzuru, nurlu penceresiz odası eriyip gitti, ağacın yerini kupkuru yanık bir toprak aldı. Güldalı ’nın sonsuzluğa açılan kapıları zamansız kapandı.

Kurtuluş, büyük devrimler yaşandı. Bir abide gibi dimdik ayakta, Güldalı olup bitene şahit oldu. Bitimsiz acıları yüreğinde daima canlı tuttu. Doksanların ortalarıydı. Torununun çocuğu doğduğunda, ölümün doğmak kadar olağan bir şey olduğunu anlayacak kadar uzun yaşamıştı Güldalı. O minicik yüzde, ellerde ve yürekte kaybettiklerini Cengiz’i, Oğuz’u, Nursel’i ve diğer çocuklarını gördü. Minicik kulağa incecik dudaklarını yapıştırdı;

 “Nursel’im. Sen benim son kutsal görevimsin. Köklerimi toprağa saldım, işim bitti,  şimdi dinlenebilirim…”          dedi.
Penceresi olan odasında, kendisi gibi küçücük yatağına uzandı. Pencereye baktı dut ağacının dalları sallanıyordu.



Hiç yorum yok: