8 Ağustos 2017 Salı

KÜLTÜREL BAĞLAMDA ÖTEKİ

Yüksek lisansta yazdığım bir makale:

"Kültürel bağlamda, öteki, en az benim kadar önemlidir"

Kültürün Genel Geçer Tanımı;
 Yazıya kültürün kısa ve öz tanımını yaparak başlamak gerekirse;
 Kültür, insanın yarattığı hem maddi hem manevi değerlerin bütünüdür. Bunu açacak olursak; kültürün varlığından bahsettiğimiz yerde, insan olmalı, onun koyduğu değerler ve kurallardan ve pek tabi bütünlük dediğimiz tek bir olgudan söz edilmelidir. O olguda “İnsanoğlunun kendi koyduğu değerlerle sağladığı bütünlük”, yani KÜLTÜR olgusudur. Şimdi, “insan”, “değerler” ve “bütün” söylemlerinden yola çıkarak “kültürü” ve kavramın neler doğurduğunu daha da açmak uygun olacaktır.

Kültür Kavramını Açıklamak;
Kültür, insanlığa ait bir kavram olarak insanoğlunu diğer canlılardan ayıran, insanlığın topluca yaşaması gerektiğinin ispatı bir normlar sinsilesidir. İnsanoğlunun, doğduktan itibaren çevresinde gördüğü, öğrendiği yaşama tarzı edindiği, içinde bulunduğu grubun gelenek ve göreneklerini kabullendiği ve uyguladığı, alışkanlıklar bütünüdür.   Bireyler kültürü öğrenir, saklar ve yeni kuşaklara aktararak hem kültürlerinin hem de doğal olarak kendilerinin devamlılığını sağlarlar. Aksi halde kültür olgusu dinamik olmaktan çıkıp mazi olarak tarihte yerini almaktan öteye gidemez.  

Bu bağlamda, insanlığın beraberce oluşturduğu mirastır kültür. Kültür kavramı soyut bir kavram olmakla birlikte tek ya da bireyci değildir. Bir kültürden bahsediliyorsa, orada insan topluluklarından söz ediliyor demektir. Birey tek başına kültürü oluşturmaz. Bireyden üstün gördüğümüz kültürün toplumların kökleşmesini ve pek tabi soyut kavramından öte gözle görünen somut algılara sahip olmasını sağlaması onu bir bütün olarak görmeyi, ben kavramından çıkıp biz kavramını ortaya koymayı gerektirir. Bireysel anlamda ben olgusu toplumun geleceğini şekillendirmede yeterli olmadığı gibi biz yani ben ve ötekilerin bir bütün olarak görülmesi, o kültürü geleceğe miras olarak bırakan değerlerdir. Yani kültürün kalıcılığı biz duygusuyla olur.

Sosyolojik açıdan bakıldığında, sosyal yapılar, ait olduğu toplumun kültür unsurlarıyla şekillenmektedir. Kültürle şekillenen sosyal yapı, toplumun değerler bütününün meydana getirdiği, dinamik bir gelişme özelliği gösteren, kişileri ortak noktalarda birleştiren bir sosyal yaşam biçimidir. Bireylerin içinde bulunduğu sosyal yapılarda bireyin kendi değerlerinin yanı sıra önemli olan tümün (ben ve ötekilerin) değerlerinin birlik oluşturmasıdır.

Kültürün insanoğlunun toplumsallaşma çabasında edindiği en önemli yapıcılığı,  idealleştirilmiş kurallar sistemini oluşturması ve toplumun bu kuralları kabul etmesiyle şekillenir. Ancak, ne var ki ideal kurallar ve davranış örüntüleri, bireysel tutum ve davranışlarla birebir örtüşmeyebilmektedir. Ama yine de birey, kültürün kurallarını bilir ve davranışlarını kültür değerlerine uydurma çabasında olması gerektiğinin farkındadır. İdeal birey olma uğraşısında, ötekilere önem ve değer vererek tutum ve davranışlarını kültürüne özgü değerlere göre yapma ideali içinde olmalıdır.
Aksini düşünmek kaba tabirle çok ilkel olurdu. Dünyada bu denli başka canlı yoktur ki, birbirine muhtaç olsun. İnsanlar doğası gereği yalnız yaşayabilen, hayatlarını tek başına idame ettirebilen varlıklar değildirler. Tabiatıyla da, kültür kavramının hayvanlar aleminde ya da bitkiler aleminde yer edinmemesinin sebebi de kültürün insan toplumunda olma zorunluluğunu açıklar gibidir.

Birey ve Kültür;
Mesela, bir kişi tek başına ıssız bir ormanda yaşayamaz. Daha açık bir dille, varlığını sürdürmek, beslenmek, korunmak ve diğer duygusal ihtiyaçlarını gidermek için eşe ihtiyaç duyar. Aksi halde insan olmaktan çıkıp, ilkel bir yaratık hatta hayvanlaşır hale gelecektir. Yeni doğmuş bir aslan yavrusunun tersine yeni doğan bir bebek büyümek ve birey olmak için anne babaya ya da ötekilere muhtaçtır. Uzun yıllar doğal ihtiyaçlarını kendi başına karşılayamaz, beslenemez. Hayvanlardaki gibi içgüdüsel gelen avlanma ve avını besin olarak kullanma güdüsü yoktur. İşte bu bağlamda kültür soyut kavram söyleminden öyle bir çıkar ki, insanların temel biyolojik ihtiyaçlarını ve bundan doğan ikinci derecedeki ihtiyaçlarını, çoğu zaman ve önemli ölçüde karşılayabilecek bir somut güce sahiptir.
Son tahlilde, insan başka insanlar olmadan doğada yalnız başına hayatını sürdürmesi söz konusu değildir. Doğanın ona bahşettiği imkanlar onu insan güdüsüyle değil hayvansal güdülerle hayatta kalmaya sürükler ki bu da ilkel bir yaşam demektir. Bununla ilgili yazılı ve görsel basında pek çok örnekten bahsedilmektedir. Issız bir yerde yalnız yaşamakla ilgili gerçek hayattan kurgulama onlarca film çekilmiştir. Hatta tamamen gerçek bir yaşam öyküsü, Amerikalı oyuncu Judie Foster’ in oynadığı ünlü Nell ( 1994) filmi tam da kültürlenme ve birey olma konusunda verilebilecek harika bir örnektir. Küçük yaşta toplumdan koparak doğada tesadüfen hayatta kalmış, ergen yaşlarında bulunmuş kızın öyküsü, insanı insan yapan gerçek şeyin toplumsallık yani kültür olduğunu çarpıcı bir şekilde izleyicisine göstermektedir. Toplumun içinde büyümemiş, değer ve normlardan bihaber büyümüş kızın kendi kendine yarattığı bir dille iletişimden yoksun, ihtiyaçlarını, isteklerini saldırarak elde etmeye çalışan vahşi bir canlı halinde bulunmuştur. Tamamen vahşi ve hayvani güdüleri gelişmiş olan kız, korkuyu ve saldırmayı iyi öğrenmiş ama kendisinin birey olduğunun farkında olmamıştır. Onun diğer canlılardan üstün bir varlık olduğunu, yaşamını kültürün değerleri ve kurallarıyla sürdürebileceğini öğretmek hayli zaman almıştır.
Sonuç olarak, tek bir bireyle kültürden söz etmek mümkün değildir. Kültür, toplumun geneline dayandırılarak kazanımlar sağlar, herkesin ortak yaşamlarını içerir ve aktarımı nesillerin tümüyle gerçekleşir. Kaldı ki, birey kendince bir kültür icat edebilir. Ancak, bu icadı onu içinde yaşadığı hali hazırdaki kültüre aykırı olması durumunda dışlanmasına yol açabilmektedir. Her birey birbirine benzemediği gibi, kendisince kabul ettiği yaşam stilini toplum olmanın gereklilikleriyle kültürün koyduğu sınırlar çerçevesinde tutması gerekir.
Diğer yandan, insanoğlunun hayvanlardan bambaşka biyolojik farklılığı olduğu kadar kültürel bir canlı olması gerçeği ile yüz yüze gelmeleri Neolitik dönemin başlamasına kadar dayanmaktadır. Takdir olunur ki, neolitik dönemden bugüne binlerce çeşitlik arz eden insan toplulukları, dil, ırk, köken ve dinlere göre birbirlerinden ayrı kültürler oluşturmuşlardır. Etnik kimlik, bireyi yaşadığı toplumla beraber ötekilerden ayıran bir özellik olarak günümüzde etnisite kavramını da ortaya koyduğu görülüyor. Ben her zaman bir birey olurken, öteki kimi zaman başka dili konuşanlar, ya da başka ırktan veya dinden toplulukları konu ediyor olabilir. Kültür, öyle iç içe geçmiş bir kavramdır ki, insanları birbirinden ayırırken temel aldığımız ırk, dil, din vs. gibi belirgin ayrımcı özelliklerin daha da üstünde, bütünlük arz eden bir olgudur.

Kültürler Arasındaki Farklılıklar;
Kültürler arası çeşitliliğe başka bir açıdan bakacak olursak; Belirli bir yerde egemen bir kültür, içinde yer alan alt kültür çeşitliliğini baskı altına almak ister. Egemen kültür kendisini koruma altına almak istemesine karşın, çokkültürcülük politikasıyla bu alt kültürlerle uzlaşma arayışı sonucunda, alt kültürleri hem koruyup hem de devamlılıklarını idame edebilmesini sağlayabilir. Bunun için bazı yasalar çıkarır, kurallar koyar, siyasal çözümler getirir. Kültürlerin içinde her zaman mevcut olabilecek alt kültürlerin varlığını görmezden gelmek ve onları egemen kültürün dışında tutup ötekileştirmek, zamanla egemen kültürün de zayıflamasına sebep olabilir. Çünkü kültür ve kültürlenme insanın olgunlaştıkça kavrayacağı ve birey oldukça kendi özgüveninin gelişmesiyle belki de kuralları reddedebileceği bir olgudur. Toplumlar, bireylerden egemen kültürlerin kural ve koşullarına uymayı beklerken, diğer taraftan birey isterse reddetme ve başka kültüre geçme hakkına sahip olduğunu da kabullenmektedir.

Kültürün bir diğer yapıcılığı, toplumsal çatışmaları minimum seviyeye indirmek ve bütünlüğü sağlam tutmaktır. Bunun en güzel örneklerini çevremizden, yakınlardan verebiliriz. Türk geleneklerine göre yaşı ilerlemiş birinin, yaşına hürmet etmek amacıyla, eli öpülür. Sosyalleşme bağlamında, kültürün doğurduğu örf ve adetlerin yerine getirilmesi dünyanın her yerinde olağan karşılanacak bir itaattir. Bir birey, kendi benimsediği kültürden başka bir kültürde yaşamak zorunda olduğunda da oranın kurallarına uyması gerektiğini bilecek kadar sosyal varlıklardır. Bu itaat etme yaklaşımı, kimi kendisini toplum dışı, marjinal veya tabiri caizse anarşist ruhlu hisseden aşırı özgürlük düşkünü insanlarca öz benliği yok etme olarak algılansa da, kültürel bağlamda ötekinin en az benim kadar önemli, söyleminin varlığını da inkar edemez.
Bir toplumda birey olmakla ilgili bir durumdur, bu ötekine değer verme durumu. Basit bir örnekle, günümüzde yaşanılan yerlerde en az bir komşusu olmayan bir aile olmadığını düşünürsek, komşuluk kavramını otomatik olarak kabul etmişiz demektir. Birlikte yaşamanın getirdiği avantajlardan çok dezavantajları olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu dezavantajları elimizde patlamaya hazır bir silah gibi taşımak, fazla benmerkezci bir yaklaşım olmaz mı? Ben ve öteki duygusundan yola çıkarak, değerlere önem verilmesi, toplu yaşam sanatında kilit bir görev üstlenir. Ve o kilit, kültürlenmenin, iyi yönde değişimin, etkilenmenin anahtarını tutar.

Ötekini Hoşgörü;
Antropoloji alanında pek çok saha çalışması yapmış ve araştırmalarını yayınlamış ünlü sosyolog Claude Lévi-Strauss’ un “Irk ve Tarih”(1952) ve “Irk ve Kültür”(1971) kitaplarıyla bir radyo programında yaptığı konuşmasının derlendiği “Irk, Tarih ve Kültür” kitabında programda şöyle söylediği yazmaktadır;
 “Kurtarılması gereken şey çeşitlilik olgusudur; yoksa her tarihsel dönemin verdiği ve hiçbirinin kendisinin ötesine geçemediği tarihsel içerik değil. Dolayısıyla, uç veren buğdaya kulak kabartmak, gizli kalmış potansiyelleri yüreklendirmek, tarihin saklı tuttuğu tüm bir arada yaşama eğilimlerini dürtüklemek ve ayrıca alışılagelmiş şeyler sunması kaçınılmaz olan bütün bu yeni toplumsal ifade biçimlerini şaşırmaksızın, tiksinmeksizin, karşı çıkmaksızın karşılamaya hazır olmak gerekmektedir. Hoşgörü, olmuş ya da olan her şeyin bağışlandığı hülyalı bir durum değildir. Hoşgörü önceden görmeye, anlamaya ve isteyeni istediği yere yükseltmeye dayanan dinamik bir tutumdur.” Claude Lévi- Strauss

Kültürler arasındaki ortak değerlerin, büyük ölçüde evrensel genel geçerler olmasına rağmen birbirleriyle ortak olduğunu bildikleri değerlerle bile yüz yüze gelmeye zorlanabilmektedirler. Bunu başarabilen arabulucular, aklın yolunun bir olduğu söyleminden yola çıkarak, zekanın ve nihai evrenselliğin bir olduğunu düşünüp, “öteki” nin bakış açısını anlamanın çeşit çeşit yolları olduğunu gösterebilecek güce sahip olacaktır.  (Irk ve kültür)


Sonuç olarak;
Antropolojinin incelediği ana konu, kültür ve kültürün insanlığa getirdikleridir. Kültürleşme ise medeniyetin bir parçası ve çağımızda tüm dünyayı saran küreselleşmenin çıkış noktası olarak düşünülmelidir. Günümüzde insanlar kendi kültürleriyle yaşamlarını sürdürürken küreselleşmenin cilvelerinden etkilenerek büyük ölçüde kültürel değişmeye ve birleşmeye başlamışlardır.
Antropoloji, “neden kültürler farklıdır” ‘ı incelemenin yanı sıra kültürlerin benzerliklerini de göz önüne koymaktadır. Dünya nüfusunun yedi milyara yaklaştığı günümüzde milyonlarca farklı kültürler olduğu gibi bir o kadar da benzerlikleri olduğunu inkar edemeyiz. Bu noktada hiçbir kültür olmamalıdır ki, ötekine olan saygıyı ve ötekinin, kendi kültürüne etkisini önemsemesin. Tüm dünya insanları farklı kültür kavramlarıyla yoğrulmuş olsalar da ‘dünya kültürü’ olgusunu ortaya atıp ortak amaçlar edinmelidir. Kaynakların tükenmekte olduğu gerçeği, yoksulluk, açlık, insanlar arasında eşit olmayan dağılımlar modern dünyanın ortak kültürel sorunu olmalıdır. Kültürler arası ilişkiler, ötekine olan saygı ile süreklilik kazanacağı gibi, nesillere aktarılacak kültürlerin hem çeşitliliğini hem de kalıcılığını sağlarken aynı zamanda kültürel değişimin de önünü açacaktır.
Çözüm olarak, modern dünya insanı kültürünü muhafaza ederken dünyanın geleceği için küresel sorunlarla savaşmalıdır. Kaynakları dikkatli kullanmalıdır. Yani; ötekini önemsemelidir.

Kaynaklar ve Okuma listesi;
  • Özmen, Abdurrahim, (2006), Farklılıkları Anlamak başlıklı yazısı.
·        E-öğrenme portalı ( Anadolu Üniversitesi )
·        Lévi-Strauss, Claude (1971), Irk, Tarih ve Kültür, (Özgün adı: Race et Histoire)
·        Çotuksöken, Betül (2003) Özgür Üniversitede 08.12.2003 tarihinde yapılan çalışma metni ( Maltepe Üniversitesi akademik yayınlar )
·        Özmen, Abdurrahim (2011) Sosyal/Kültürel Antropolojiye Giriş, (Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Yayınları)

Özlem Y. Uçak - 2011

Hiç yorum yok: