Yüksek lisansta yazdığım bir makale:
"Kültürel bağlamda, öteki, en az benim kadar önemlidir"
"Kültürel bağlamda, öteki, en az benim kadar önemlidir"
Kültürün Genel
Geçer Tanımı;
Yazıya kültürün kısa ve öz tanımını yaparak
başlamak gerekirse;
Kültür, insanın yarattığı hem maddi hem manevi
değerlerin bütünüdür. Bunu açacak olursak; kültürün varlığından bahsettiğimiz
yerde, insan olmalı, onun koyduğu değerler ve kurallardan ve pek tabi bütünlük
dediğimiz tek bir olgudan söz edilmelidir. O olguda “İnsanoğlunun kendi koyduğu
değerlerle sağladığı bütünlük”, yani KÜLTÜR olgusudur. Şimdi, “insan”, “değerler”
ve “bütün” söylemlerinden yola çıkarak “kültürü” ve kavramın neler doğurduğunu
daha da açmak uygun olacaktır.
Kültür Kavramını
Açıklamak;
Kültür,
insanlığa ait bir kavram olarak insanoğlunu diğer canlılardan ayıran, insanlığın
topluca yaşaması gerektiğinin ispatı bir normlar sinsilesidir. İnsanoğlunun,
doğduktan itibaren çevresinde gördüğü, öğrendiği yaşama tarzı edindiği, içinde
bulunduğu grubun gelenek ve göreneklerini kabullendiği ve uyguladığı,
alışkanlıklar bütünüdür. Bireyler
kültürü öğrenir, saklar ve yeni kuşaklara aktararak hem kültürlerinin hem de
doğal olarak kendilerinin devamlılığını sağlarlar. Aksi halde kültür olgusu
dinamik olmaktan çıkıp mazi olarak tarihte yerini almaktan öteye gidemez.
Bu bağlamda, insanlığın
beraberce oluşturduğu mirastır kültür. Kültür kavramı soyut bir kavram olmakla
birlikte tek ya da bireyci değildir. Bir kültürden bahsediliyorsa, orada insan
topluluklarından söz ediliyor demektir. Birey tek başına kültürü oluşturmaz.
Bireyden üstün gördüğümüz kültürün toplumların kökleşmesini ve pek tabi soyut
kavramından öte gözle görünen somut algılara sahip olmasını sağlaması onu bir
bütün olarak görmeyi, ben kavramından çıkıp biz kavramını ortaya koymayı
gerektirir. Bireysel anlamda ben olgusu toplumun geleceğini şekillendirmede
yeterli olmadığı gibi biz yani ben ve ötekilerin bir bütün olarak görülmesi, o
kültürü geleceğe miras olarak bırakan değerlerdir. Yani kültürün kalıcılığı biz
duygusuyla olur.
Sosyolojik
açıdan bakıldığında, sosyal yapılar, ait olduğu toplumun kültür unsurlarıyla
şekillenmektedir. Kültürle şekillenen sosyal yapı, toplumun değerler bütününün
meydana getirdiği, dinamik bir gelişme özelliği gösteren, kişileri ortak
noktalarda birleştiren bir sosyal yaşam biçimidir. Bireylerin içinde bulunduğu
sosyal yapılarda bireyin kendi değerlerinin yanı sıra önemli olan tümün (ben ve
ötekilerin) değerlerinin birlik oluşturmasıdır.
Kültürün insanoğlunun
toplumsallaşma çabasında edindiği en önemli yapıcılığı, idealleştirilmiş kurallar sistemini
oluşturması ve toplumun bu kuralları kabul etmesiyle şekillenir. Ancak, ne var
ki ideal kurallar ve davranış örüntüleri, bireysel tutum ve davranışlarla
birebir örtüşmeyebilmektedir. Ama yine de birey, kültürün kurallarını bilir ve
davranışlarını kültür değerlerine uydurma çabasında olması gerektiğinin
farkındadır. İdeal birey olma uğraşısında, ötekilere önem ve değer vererek
tutum ve davranışlarını kültürüne özgü değerlere göre yapma ideali içinde
olmalıdır.
Aksini düşünmek kaba
tabirle çok ilkel olurdu. Dünyada bu denli başka canlı yoktur ki, birbirine
muhtaç olsun. İnsanlar doğası gereği yalnız yaşayabilen, hayatlarını tek başına
idame ettirebilen varlıklar değildirler. Tabiatıyla da, kültür kavramının
hayvanlar aleminde ya da bitkiler aleminde yer edinmemesinin sebebi de kültürün
insan toplumunda olma zorunluluğunu açıklar gibidir.
Birey ve Kültür;
Mesela, bir kişi
tek başına ıssız bir ormanda yaşayamaz. Daha açık bir dille, varlığını sürdürmek,
beslenmek, korunmak ve diğer duygusal ihtiyaçlarını gidermek için eşe ihtiyaç duyar.
Aksi halde insan olmaktan çıkıp, ilkel bir yaratık hatta hayvanlaşır hale
gelecektir. Yeni doğmuş bir aslan yavrusunun tersine yeni doğan bir bebek
büyümek ve birey olmak için anne babaya ya da ötekilere muhtaçtır. Uzun yıllar
doğal ihtiyaçlarını kendi başına karşılayamaz, beslenemez. Hayvanlardaki gibi
içgüdüsel gelen avlanma ve avını besin olarak kullanma güdüsü yoktur. İşte bu
bağlamda kültür soyut kavram söyleminden öyle bir çıkar ki, insanların temel
biyolojik ihtiyaçlarını ve bundan doğan ikinci derecedeki ihtiyaçlarını, çoğu zaman
ve önemli ölçüde karşılayabilecek bir somut güce sahiptir.
Son tahlilde,
insan başka insanlar olmadan doğada yalnız başına hayatını sürdürmesi söz konusu
değildir. Doğanın ona bahşettiği imkanlar onu insan güdüsüyle değil hayvansal
güdülerle hayatta kalmaya sürükler ki bu da ilkel bir yaşam demektir. Bununla
ilgili yazılı ve görsel basında pek çok örnekten bahsedilmektedir. Issız bir
yerde yalnız yaşamakla ilgili gerçek hayattan kurgulama onlarca film
çekilmiştir. Hatta tamamen gerçek bir yaşam öyküsü, Amerikalı oyuncu Judie
Foster’ in oynadığı ünlü Nell ( 1994) filmi tam da kültürlenme ve birey olma
konusunda verilebilecek harika bir örnektir. Küçük yaşta toplumdan koparak
doğada tesadüfen hayatta kalmış, ergen yaşlarında bulunmuş kızın öyküsü, insanı
insan yapan gerçek şeyin toplumsallık yani kültür olduğunu çarpıcı bir şekilde
izleyicisine göstermektedir. Toplumun içinde büyümemiş, değer ve normlardan
bihaber büyümüş kızın kendi kendine yarattığı bir dille iletişimden yoksun,
ihtiyaçlarını, isteklerini saldırarak elde etmeye çalışan vahşi bir canlı
halinde bulunmuştur. Tamamen vahşi ve hayvani güdüleri gelişmiş olan kız, korkuyu
ve saldırmayı iyi öğrenmiş ama kendisinin birey olduğunun farkında olmamıştır. Onun
diğer canlılardan üstün bir varlık olduğunu, yaşamını kültürün değerleri ve
kurallarıyla sürdürebileceğini öğretmek hayli zaman almıştır.
Sonuç olarak,
tek bir bireyle kültürden söz etmek mümkün değildir. Kültür, toplumun geneline
dayandırılarak kazanımlar sağlar, herkesin ortak yaşamlarını içerir ve aktarımı
nesillerin tümüyle gerçekleşir. Kaldı ki, birey kendince bir kültür icat
edebilir. Ancak, bu icadı onu içinde yaşadığı hali hazırdaki kültüre aykırı
olması durumunda dışlanmasına yol açabilmektedir. Her birey birbirine benzemediği
gibi, kendisince kabul ettiği yaşam stilini toplum olmanın gereklilikleriyle
kültürün koyduğu sınırlar çerçevesinde tutması gerekir.
Diğer yandan,
insanoğlunun hayvanlardan bambaşka biyolojik farklılığı olduğu kadar kültürel
bir canlı olması gerçeği ile yüz yüze gelmeleri Neolitik dönemin başlamasına
kadar dayanmaktadır. Takdir olunur ki, neolitik dönemden bugüne binlerce
çeşitlik arz eden insan toplulukları, dil, ırk, köken ve dinlere göre
birbirlerinden ayrı kültürler oluşturmuşlardır. Etnik kimlik, bireyi yaşadığı
toplumla beraber ötekilerden ayıran bir özellik olarak günümüzde etnisite
kavramını da ortaya koyduğu görülüyor. Ben her zaman bir birey olurken, öteki
kimi zaman başka dili konuşanlar, ya da başka ırktan veya dinden toplulukları
konu ediyor olabilir. Kültür, öyle iç içe geçmiş bir kavramdır ki, insanları
birbirinden ayırırken temel aldığımız ırk, dil, din vs. gibi belirgin ayrımcı
özelliklerin daha da üstünde, bütünlük arz eden bir olgudur.
Kültürler
Arasındaki Farklılıklar;
Kültürler arası
çeşitliliğe başka bir açıdan bakacak olursak; Belirli bir yerde egemen bir
kültür, içinde yer alan alt kültür çeşitliliğini baskı altına almak ister.
Egemen kültür kendisini koruma altına almak istemesine karşın, çokkültürcülük
politikasıyla bu alt kültürlerle uzlaşma arayışı sonucunda, alt kültürleri hem
koruyup hem de devamlılıklarını idame edebilmesini sağlayabilir. Bunun için
bazı yasalar çıkarır, kurallar koyar, siyasal çözümler getirir. Kültürlerin
içinde her zaman mevcut olabilecek alt kültürlerin varlığını görmezden gelmek
ve onları egemen kültürün dışında tutup ötekileştirmek, zamanla egemen kültürün
de zayıflamasına sebep olabilir. Çünkü kültür ve kültürlenme insanın olgunlaştıkça
kavrayacağı ve birey oldukça kendi özgüveninin gelişmesiyle belki de kuralları
reddedebileceği bir olgudur. Toplumlar, bireylerden egemen kültürlerin kural ve
koşullarına uymayı beklerken, diğer taraftan birey isterse reddetme ve başka kültüre
geçme hakkına sahip olduğunu da kabullenmektedir.
Kültürün bir
diğer yapıcılığı, toplumsal çatışmaları minimum seviyeye indirmek ve bütünlüğü
sağlam tutmaktır. Bunun en güzel örneklerini çevremizden, yakınlardan
verebiliriz. Türk geleneklerine göre yaşı ilerlemiş birinin, yaşına hürmet
etmek amacıyla, eli öpülür. Sosyalleşme bağlamında, kültürün doğurduğu örf ve
adetlerin yerine getirilmesi dünyanın her yerinde olağan karşılanacak bir
itaattir. Bir birey, kendi benimsediği kültürden başka bir kültürde yaşamak
zorunda olduğunda da oranın kurallarına uyması gerektiğini bilecek kadar sosyal
varlıklardır. Bu itaat etme yaklaşımı, kimi kendisini toplum dışı, marjinal veya
tabiri caizse anarşist ruhlu hisseden aşırı özgürlük düşkünü insanlarca öz
benliği yok etme olarak algılansa da, kültürel bağlamda ötekinin en az benim
kadar önemli, söyleminin varlığını da inkar edemez.
Bir toplumda
birey olmakla ilgili bir durumdur, bu ötekine değer verme durumu. Basit bir
örnekle, günümüzde yaşanılan yerlerde en az bir komşusu olmayan bir aile
olmadığını düşünürsek, komşuluk kavramını otomatik olarak kabul etmişiz
demektir. Birlikte yaşamanın getirdiği avantajlardan çok dezavantajları
olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu dezavantajları elimizde patlamaya hazır bir
silah gibi taşımak, fazla benmerkezci bir yaklaşım olmaz mı? Ben ve öteki
duygusundan yola çıkarak, değerlere önem verilmesi, toplu yaşam sanatında kilit
bir görev üstlenir. Ve o kilit, kültürlenmenin, iyi yönde değişimin,
etkilenmenin anahtarını tutar.
Ötekini Hoşgörü;
Antropoloji
alanında pek çok saha çalışması yapmış ve araştırmalarını yayınlamış ünlü
sosyolog Claude Lévi-Strauss’ un “Irk ve Tarih”(1952) ve “Irk ve Kültür”(1971)
kitaplarıyla bir radyo programında yaptığı konuşmasının derlendiği “Irk, Tarih
ve Kültür” kitabında programda şöyle söylediği yazmaktadır;
“Kurtarılması gereken şey çeşitlilik
olgusudur; yoksa her tarihsel dönemin verdiği ve hiçbirinin kendisinin ötesine
geçemediği tarihsel içerik değil. Dolayısıyla, uç veren buğdaya kulak
kabartmak, gizli kalmış potansiyelleri yüreklendirmek, tarihin saklı tuttuğu
tüm bir arada yaşama eğilimlerini dürtüklemek ve ayrıca alışılagelmiş şeyler
sunması kaçınılmaz olan bütün bu yeni toplumsal ifade biçimlerini
şaşırmaksızın, tiksinmeksizin, karşı çıkmaksızın karşılamaya hazır olmak
gerekmektedir. Hoşgörü, olmuş ya da olan her şeyin bağışlandığı hülyalı bir
durum değildir. Hoşgörü önceden görmeye, anlamaya ve isteyeni istediği yere
yükseltmeye dayanan dinamik bir tutumdur.” Claude Lévi- Strauss
Kültürler
arasındaki ortak değerlerin, büyük ölçüde evrensel genel geçerler olmasına
rağmen birbirleriyle ortak olduğunu bildikleri değerlerle bile yüz yüze gelmeye
zorlanabilmektedirler. Bunu başarabilen arabulucular, aklın yolunun bir olduğu
söyleminden yola çıkarak, zekanın ve nihai evrenselliğin bir olduğunu düşünüp,
“öteki” nin bakış açısını anlamanın çeşit çeşit yolları olduğunu gösterebilecek
güce sahip olacaktır. (Irk ve kültür)
Sonuç olarak;
Antropolojinin
incelediği ana konu, kültür ve kültürün insanlığa getirdikleridir. Kültürleşme
ise medeniyetin bir parçası ve çağımızda tüm dünyayı saran küreselleşmenin
çıkış noktası olarak düşünülmelidir. Günümüzde insanlar kendi kültürleriyle
yaşamlarını sürdürürken küreselleşmenin cilvelerinden etkilenerek büyük ölçüde
kültürel değişmeye ve birleşmeye başlamışlardır.
Antropoloji,
“neden kültürler farklıdır” ‘ı incelemenin yanı sıra kültürlerin benzerliklerini
de göz önüne koymaktadır. Dünya nüfusunun yedi milyara yaklaştığı günümüzde
milyonlarca farklı kültürler olduğu gibi bir o kadar da benzerlikleri olduğunu
inkar edemeyiz. Bu noktada hiçbir kültür olmamalıdır ki, ötekine olan saygıyı
ve ötekinin, kendi kültürüne etkisini önemsemesin. Tüm dünya insanları farklı
kültür kavramlarıyla yoğrulmuş olsalar da ‘dünya kültürü’ olgusunu ortaya atıp
ortak amaçlar edinmelidir. Kaynakların tükenmekte olduğu gerçeği, yoksulluk,
açlık, insanlar arasında eşit olmayan dağılımlar modern dünyanın ortak kültürel
sorunu olmalıdır. Kültürler arası ilişkiler, ötekine olan saygı ile süreklilik
kazanacağı gibi, nesillere aktarılacak kültürlerin hem çeşitliliğini hem de
kalıcılığını sağlarken aynı zamanda kültürel değişimin de önünü açacaktır.
Çözüm olarak,
modern dünya insanı kültürünü muhafaza ederken dünyanın geleceği için küresel
sorunlarla savaşmalıdır. Kaynakları dikkatli kullanmalıdır. Yani; ötekini
önemsemelidir.
Kaynaklar ve Okuma listesi;
- Özmen, Abdurrahim, (2006), Farklılıkları
Anlamak başlıklı yazısı.
·
E-öğrenme
portalı ( Anadolu Üniversitesi )
·
Lévi-Strauss,
Claude (1971), Irk, Tarih ve Kültür, (Özgün
adı: Race et Histoire)
·
Çotuksöken, Betül (2003) Özgür Üniversitede 08.12.2003
tarihinde yapılan çalışma metni ( Maltepe Üniversitesi akademik yayınlar )
·
Özmen, Abdurrahim (2011) Sosyal/Kültürel Antropolojiye
Giriş, (Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Yayınları)
Özlem Y. Uçak - 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder