MASUM
Onu ilk kez bir çiçekçinin izbe
arka bahçesinde gördüm. Tozlu tahtaların ve ağırlaşmış kirli çamurun içine
batmış çıkamıyor ya da belki de çıkmıyordu. Bir an göz göze geldik. Bilge
bir insan gibi izliyordu beni. O anda büyülenmiştim. Beni öyle bir çekti ki
sımsıkı sarılmak ve hiç bırakmamak istedim.
“Gel” dedim. Kumral saçlarını
savurarak yanıma koşuverdi. O balçık gibi çamurdan bir seferde çıkmıştı.
Birbirine yapışmış tüylerinin arasından uzun beyaz dişlerini gördüm. Ürkütmedi
aksine beni de gülümsetmişti. Sesim ve gözlerimle sevdim. Gülümsedi.
Bir saksı gibi çiçekçi
dükkânına bırakılmıştı. Geldiğinden beri hiçbir şey yemedi dedi çiçekçi.
Su bile içmemişti günlerce. Bu, büyük hayâl kırıklığına uğramış birinin
davranışlarıydı. Hayata küsmesi ile yapayalnız kalması arasındaki acı dengeyi
kurabilen, yaşamanın bir anlamı olmadığını düşünen birinin yılgınlığı vardı
yüzünde. Çok zayıftı, bitap düşmüştü. Onu orada bırakırsam bir gün daha
yaşamayacağını, adım adım ölüme yaklaştığını ve bunu bilerek yaptığını gözlerinde
okumuştum. Belki yarına bile kalmazdı.
Alıp eve getirdim. Önce evin her
yerini dolaştı. Bir yandan da beni ve Aykut’u gözden kaçırmıyordu. Asil bir
hanımefendi gibi kibarca berjer koltuğa oturdu. Artık onun koltuğuydu. Başını
ve uzun tüylerini okşadım. Bir süre böyle kaldık. Sonra birden, sakin hali
yerini hırçınlığa bıraktı. Saldırgandı. Sokak kızına dönüşmüştü birkaç
saniyede. Ne olduğunu anlayamadan elime bir hamlede dişini geçiriverdi.
Musluğa koştum. Biraz ürkmüştüm
fakat en az onun kadar inatçıydım. Bir daha yaklaştım. Sağlam elimle onu
sevmeye başladım. Az önceki hırçın kız gitmiş, gülümseyen sevimli hâli geri
gelmişti. Parmaklarımı boynuna doğru götürdüm yavaşça. Sakindi ama çok da
tedirgin duruyordu. Sanki okşamamı istemiyor gibiydi. Bir yandan da
hoşlandığını söyler bir hâli vardı. O an tek arzum bana güvenmesi oldu. Eğer
bunu başarırsam ona her şeyin ve herkesin kötü olmadığını gösterebilecektim.
Ölmekten vazgeçerdi belki. Başka hiçbir şey düşünmüyordum. Boynunu hafifçe
okşamaya devam ettim. Başarıyordum. Başını dizlerime yasladı. Tedirginliği
geçmişti, benim de öyle.
Konuşuyorduk, sözlerle değil
yüreklerimizle. Anlıyorduk birbirimizi. Hem ürkektik, hem de ümitli.
Birbirimize baktıkça kader birliği yaptığımızı anlıyor kalbimizin iyilikle dolu
kısmını güçlendirmeye çalışıyorduk. Tüylerinde elimi gezdirirken birden
hafifleyip kanatlandım, kalbim hızlı atıyordu. Birbirimize âşık
olmuştuk. Dakikalarca kucağımda yattı; bir bebek gibi huzurluydu.
Sevmeye devam ederken,
yumuşak tüylerin arasından kolaylıkla ayırt edebileceğim kadar sert bir
şey elime değdi. İlk anda ne olduğunu anlayamadım. Gördüğüm karşısında
ürpermiştim. Boynu paramparça, kaskatı ve şişti. Kan, pis bir çamur gibi tüm
boynuna sıvanmıştı. Çok acı çekiyordu. Hırçınlığı acı çektiği için olmalıydı.
Kocaman bedeni kucakladığım gibi doktora götürdüm.
İnsanlar tarafından boynuna
bağlanmış bir ip vardı boynunda. Naylondandı. O büyüdükçe derisini kesip içine
girmişti. İçimden bir şeyler kopuyordu; iyimserlik, umut ve güzel olan her şey
sanki yüreğimden bacaklarıma ve yere akıyordu. Onun masumiyeti karşısında
utancımdan yerin dibine geçmiştim. İnsanlığın utancını bir elbise gibi
biçmiştim üzerime.
İyileşmesi haftalar sürdü. Zaman
ilerledikçe daha bir bağlandık birbirimize. Sakin mizacı, güler yüzü bir yana
kibarlığı sadece beni değil herkesi büyülüyordu. Uzun, ince muntazam bacakları
cılızdı ama hışımla koşabiliyordu. Saçlarını savuruşunu izlemek keyiflerin en
güzeliydi. Sadakati ve zekâsı, insanı kendisine âşık etmek için kullandığı
güçleriydi. Cefakârdı, olgunluğu bundan geliyordu. Güven duygusunu aramızda
öyle bir inşa etmiştik ki dışarıdan gelen kötülüklere karşı durmamı dahası
savaşabilmemi sağlamıştı.
Derken bir gün, kara bulutlar
tepemize toplandı. Vücuduna giren zehir günbegün organlarını çürütüyor
karaciğeri iflas ediyordu. Acısını içinde yaşayıp yüzüme gülümseyen güzel
kızım... Ne ağrılar ne acılar çekmiş olmalıydı, ah! Öyle güzeldi ki;
sanki o güzel yüzü kadar organları da tertemiz gibi gelmişti bana. Yanılmıştım;
o çok hastaydı. Kalbinin güzelliğinden başka bir şey değildi, yüzündeki
gülümseme. Nasıl anlayamadım hasta olduğunu?
Bir kor düştü içime. Yıllar sonra
bile sönmedi! Hiç kimsede bulamadığım sadakatli bir dostumu, yaşadıklarına
rağmen iyiye, sevgiye tutkulu bir meleği kaybetmiştim. Öldüğü sırada
yanında değildim. Bunu neden yaptığını şimdi daha iyi anlıyorum. Ölmeyi
ertelemişti; sırf beni üzmemek için acı çekmeye devam etmiş yanından
uzaklaşmamı beklemişti. Hiçbir insanda bulun(a)mayacak bir özveriydi onunki. Şimdi
hâlâ onu düşündükçe yüreğimdeki kor gözlerime doğru akıyor. Akarken
içimde ufacık kalmış masumiyet duygusu da tek tek kayboluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder