26 Nisan 2019 Cuma

MASUM



MASUM

Onu ilk kez bir çiçekçinin izbe arka bahçesinde gördüm. Tozlu tahtaların ve ağırlaşmış kirli çamurun içine batmış çıkamıyor ya da belki de çıkmıyordu.  Bir an göz göze geldik. Bilge bir insan gibi izliyordu beni. O anda büyülenmiştim. Beni öyle bir çekti ki sımsıkı sarılmak ve hiç bırakmamak istedim.
 “Gel” dedim. Kumral saçlarını savurarak yanıma koşuverdi. O balçık gibi çamurdan bir seferde çıkmıştı. Birbirine yapışmış tüylerinin arasından uzun beyaz dişlerini gördüm. Ürkütmedi aksine beni de gülümsetmişti. Sesim ve gözlerimle sevdim. Gülümsedi. 
Bir saksı gibi çiçekçi dükkânına bırakılmıştı.  Geldiğinden beri hiçbir şey yemedi dedi çiçekçi. Su bile içmemişti günlerce. Bu, büyük hayâl kırıklığına uğramış birinin davranışlarıydı. Hayata küsmesi ile yapayalnız kalması arasındaki acı dengeyi kurabilen, yaşamanın bir anlamı olmadığını düşünen birinin yılgınlığı vardı yüzünde. Çok zayıftı, bitap düşmüştü. Onu orada bırakırsam bir gün daha yaşamayacağını, adım adım ölüme yaklaştığını ve bunu bilerek yaptığını gözlerinde okumuştum. Belki yarına bile kalmazdı. 
Alıp eve getirdim. Önce evin her yerini dolaştı. Bir yandan da beni ve Aykut’u gözden kaçırmıyordu. Asil bir hanımefendi gibi kibarca berjer koltuğa oturdu. Artık onun koltuğuydu. Başını ve uzun tüylerini okşadım. Bir süre böyle kaldık. Sonra birden, sakin hali yerini hırçınlığa bıraktı. Saldırgandı. Sokak kızına dönüşmüştü birkaç saniyede. Ne olduğunu anlayamadan elime bir hamlede dişini geçiriverdi.
Musluğa koştum. Biraz ürkmüştüm fakat en az onun kadar inatçıydım. Bir daha yaklaştım. Sağlam elimle onu sevmeye başladım. Az önceki hırçın kız gitmiş, gülümseyen sevimli hâli geri gelmişti. Parmaklarımı boynuna doğru götürdüm yavaşça. Sakindi ama çok da tedirgin duruyordu. Sanki okşamamı istemiyor gibiydi. Bir yandan da hoşlandığını söyler bir hâli vardı. O an tek arzum bana güvenmesi oldu. Eğer bunu başarırsam ona her şeyin ve herkesin kötü olmadığını gösterebilecektim. Ölmekten vazgeçerdi belki. Başka hiçbir şey düşünmüyordum. Boynunu hafifçe okşamaya devam ettim. Başarıyordum. Başını dizlerime yasladı. Tedirginliği geçmişti, benim de öyle. 
Konuşuyorduk, sözlerle değil yüreklerimizle. Anlıyorduk birbirimizi. Hem ürkektik, hem de ümitli. Birbirimize baktıkça kader birliği yaptığımızı anlıyor kalbimizin iyilikle dolu kısmını güçlendirmeye çalışıyorduk. Tüylerinde elimi gezdirirken birden hafifleyip kanatlandım,  kalbim hızlı atıyordu. Birbirimize âşık olmuştuk. Dakikalarca kucağımda yattı; bir bebek gibi huzurluydu. 
Sevmeye devam ederken,  yumuşak tüylerin arasından kolaylıkla ayırt edebileceğim kadar sert bir şey elime değdi. İlk anda ne olduğunu anlayamadım. Gördüğüm karşısında ürpermiştim. Boynu paramparça, kaskatı ve şişti. Kan, pis bir çamur gibi tüm boynuna sıvanmıştı. Çok acı çekiyordu. Hırçınlığı acı çektiği için olmalıydı. Kocaman bedeni kucakladığım gibi doktora götürdüm. 
İnsanlar tarafından boynuna bağlanmış bir ip vardı boynunda. Naylondandı. O büyüdükçe derisini kesip içine girmişti. İçimden bir şeyler kopuyordu; iyimserlik, umut ve güzel olan her şey sanki yüreğimden bacaklarıma ve yere akıyordu. Onun masumiyeti karşısında utancımdan yerin dibine geçmiştim. İnsanlığın utancını bir elbise gibi biçmiştim üzerime.
İyileşmesi haftalar sürdü. Zaman ilerledikçe daha bir bağlandık birbirimize. Sakin mizacı, güler yüzü bir yana kibarlığı sadece beni değil herkesi büyülüyordu. Uzun, ince muntazam bacakları cılızdı ama hışımla koşabiliyordu. Saçlarını savuruşunu izlemek keyiflerin en güzeliydi. Sadakati ve zekâsı, insanı kendisine âşık etmek için kullandığı güçleriydi. Cefakârdı, olgunluğu bundan geliyordu. Güven duygusunu aramızda öyle bir inşa etmiştik ki dışarıdan gelen kötülüklere karşı durmamı dahası savaşabilmemi sağlamıştı.
Derken bir gün, kara bulutlar tepemize toplandı. Vücuduna giren zehir günbegün organlarını çürütüyor karaciğeri iflas ediyordu. Acısını içinde yaşayıp yüzüme gülümseyen güzel kızım... Ne ağrılar ne acılar çekmiş olmalıydı, ah!  Öyle güzeldi ki; sanki o güzel yüzü kadar organları da tertemiz gibi gelmişti bana. Yanılmıştım; o çok hastaydı. Kalbinin güzelliğinden başka bir şey değildi, yüzündeki gülümseme. Nasıl anlayamadım hasta olduğunu?
Bir kor düştü içime. Yıllar sonra bile sönmedi! Hiç kimsede bulamadığım sadakatli bir dostumu, yaşadıklarına rağmen iyiye, sevgiye tutkulu bir meleği kaybetmiştim. Öldüğü sırada yanında değildim. Bunu neden yaptığını şimdi daha iyi anlıyorum. Ölmeyi ertelemişti; sırf beni üzmemek için acı çekmeye devam etmiş yanından uzaklaşmamı beklemişti. Hiçbir insanda bulun(a)mayacak bir özveriydi onunki.  Şimdi  hâlâ onu düşündükçe yüreğimdeki kor gözlerime doğru akıyor. Akarken içimde ufacık kalmış masumiyet duygusu da tek tek kayboluyor.

Hiç yorum yok: