21 Eylül 2014 Pazar

ÇEKİCİ BİR TAVSİYE: Henry Miller


Henry Miller'in yıllarca yasaklanan kitabı Yengeç Dönencesi, cesur olduğu kadar, naif bir roman ve +18 okuyucu için.

  Henry Miller'in kaleminin serseri olduğunu duymuşsunuzdur. Özellikle Yengeç Dönencesi' nde yüzlerce yıllık tabunun üstünde gezinip onu bembeyaz bir süt gibi içiriyor okuruna. Cinselliği hafif nükteli ve akıcı anlatımı ile olağan ve sade hale getiriyor. Anlatılanı pornografik olmaktan çıkaran şeyse naif ve ince olması.
Ellili yaşlara yakın bir adamın Avrupa'yı karış karış gezdiği sıralarda açlık ve sefalet içindeyken nasıl yaşadığını görüyoruz romanda. İlk sayfasından itibaren sadece basit 'bir hayatta kalma mücadelesi' hikayesi olmadığının da farkına varıyoruz.

Aslına bakılacak olursa roman, toplumlarda normalleşen sıradan insanlar ve dayatılan mecburiyetlerle baş etme mücadelesi bir yerde. En önemlisi de, seks hakkında bu denli açık fikirli olması kitabı oldukça ilginç ve bir o kadar da sansüre açık hale getiriyor. Naif ve içten anlatımı sayesinde edebi bir eser olmaktan kendini alamamış klasiklerden demek yanlış olmaz. Kitabın ortalarına gelindiğinde gerçek bir yeraltı edebiyatı okumanın keyfini sürüyor ve aynı zamanda da Henry Miller'in arzularını yazdıkları olay ve eylemlerden çok kullandığı sözcüklerde bulduğunu düşünmeden edemiyoruz. Cinselliği, yaşadığı anlardan daha ziyade o anları yazarken haz duyduğunu anlıyoruz. Dört nala koşan arzu, ihtiras ve seks baskısı ile örülü hikayenin gerçekte toplumsal hüznü ve hezeyanı dile getiriyor. Kitabın bir dönem ABD 'de bile yasaklanmış olması kanımca cinsellik içermesinin yanı sıra bu hezeyanı iyi vurguluyor olması.
Aynı zamanda açlık ve sefaletin çağdaş edebiyata yansımasını etkileyici bir dille okuyorsunuz. Paris sokaklarının büyülü atmosferini görmeyi umarken arka sokaklarını, fareli çöplüklerini, rutubet kokan küflü otel odalarını özümsüyorsunuz içinize. Haylaz, ihtiraslı, uslanmaz bir aşık olan, insanlardan çok, kentin kendisi Henry Miller'a göre. Bir Paris bağımlısı olarak geçiriyor günlerini. Hem ondan gitmek istemiyor hem de geldiği yere, karısına merakla yaşıyor sefil ve düşkün günlerini. Seine nehrine saygı duruşu gibi ona sözcüklerle bitiriyor romanı. Yengeç Dönencesinde her şey olması gerektiği gibi ve olması gereken yerde sürüyor hayat, yazarımız da bu hayatın içinde yengeç dönencesini yaşıyor.
Yazar, 20'li yılların başında yaşadıklarını kaleme almış. Ancak siz günümüze dair bir roman okurcasına anda yaşayacaksınız. Bu bile okunmaya değer. Değil mi?

1 Ağustos 2014 Cuma

Sulu Boya


Canım anneciğimin ölmeden önce yaptığı tablo.

 Yarından Önce'nin arka kapağındaki resmin sulu boya çalışması en değerli varlığım...


8 Haziran 2014 Pazar

YAD: Eski Dostum LESSİ

İlk kez bir çiçekçide gördüm, Aykut’un günlerce heyecanla anlattığı sevecen, insan canlısı, güzel mi güzel kızı. Masumiyeti yüzüne öyle bir vuruyordu ki, çokta sevimliydi. İçimden sımsıkı sarılmak geldi, sarıldım. Gel, dedim. Kumral saçlarını savurarak yanıma koştu. Gülümsüyordu. Düzgün beyaz dişleri ürkütmüyor, aksine beni de gülümsetiyordu.

Sahibi şimdi anımsayamadığım çok uzak ülkelerden birine yerleşmek isteyince, onu da evin emektarı bir saksı çiçeğiymiş gibi bir çiçekçi dükkânına koyup gitmişti. Çiçekçinin dediğine göre, terk edildiği gün açlık grevine başlamış, günlerdir su bile içmeden adeta ölüm orucu tutuyormuş.

Alıp eve geldik, yorgun ve bitkin kızı. Önce evin her yerini dolaştı. Bir yandan da beni ve Aykut’u gözden kaçırmıyordu. Satın almaya gelmiş asil bir hanımefendi gibi keşfini yaptıktan sonra sakince bir koltuğa oturdu. Evi sahiplenen ağırbaşlı halleri beni de keyiflendirmişti. Yanına yaklaşıp saçlarını okşamaya başladım. Bir süre böyle seviştik. Sonra birden, sakin hali yerini hırçınlığa bıraktı. Saldırgan bir sokak kızına dönüştü birkaç saniyede. Ne olduğunu anlayamadan ağzıyla hızla elimi tuttu ve bir hamlede dişini geçiriverdi.
Elimi ağzından kurtarıp musluğa koştum. Biraz ürkmüştüm fakat en az onun kadar inatçıydım. Sakince bir daha yaklaştım. Sağlam elimle onu sevmeye başladım. Az önceki hırçın kız gitmiş, gülümseyen sevimli kız geri gelmişti. Parmaklarımı boynuna doğru götürdüm yavaşça. Gülümsüyor ama çok da tedirgin duruyordu. Sanki yapmamı istemiyor gibiydi. Bir yandan da benden hoşlandığını söyler bir hali vardı. Boynunu hafifçe okşamaya devam ettim, bana alışmasını istiyordum. Kafasını kucağıma yatırdı. Tedirginliği geçmişti, benim de öyle. 

Konuşuyorduk, sözlerle değil yüreklerimizle konuşuyorduk. Anlıyorduk birbirimizi. Yumuşacık tüylerinde elim kanatlanıp uçuyordu sanki. O an âşık olduk birbirimize. Okşadım, dakikalarca hiç ses etmedi, huzurluydu. Sevmeye devam ederken, yumuşacık teninde ayırt edebileceğim kadar sert bir şey elime değdi. İlk anda ne olduğunu anlayamadım. Saçlarını kaldırdım. Gördüğüm karşısında ürpermiştim. Boynu paramparça, kaskatı ve şişti. Kan, pis bir çamur gibi tüm boynuna sıvanmıştı. Çok acı çekiyor olmalıydı. Ne de masum ve ürkekti. O an anladık ki hırçınlıkları acı çektiği içindi.

Kucakladığım gibi doktora götürdüm. Boynuna bağlanan ip, o büyüdükçe derisini kesip içine girmiş ve iltihapla dolmuştu. Bir başkası olsaydı acısıyla yeri göğü inletirdi ama o gıkını çıkarmıyordu. İyileşmesi haftalar aldı.
Zaman ilerledikçe daha bir bağlandık birbirimize. Sakin mizacı, güler yüzü bir yana kibarlığı sadece beni değil herkesi büyülüyordu. Uzun, ince muntazam bacakları cılızdı ama hışımla koşabiliyordu. Saçlarını savuruşunu izlemek keyiflerin en güzeliydi. Cefakârdı kızımız, olgunluğu bundan geliyordu sanki. Hayatın yükünü omuzlarında taşımayı başarmış bilgeydi adeta. Sadakati ve zekâsı insanı kendisine aşık etmek için kullandığı güçleriydi galiba. Ve güzeldi, çok güzeldi.

Tam on üç sene birlikte mutlu olduk, çok mutlu. On üç yılın ardından bir gün, kara bulutlar tepemize toplandı. Karaciğeri iflas etmişti. Acısını içinde yaşayıp yüzümüze gülümseyen güzel kızımız ne ağrılar ne acılar çekmiş olmalıydı, ah!  Öyle masum ve güzeldi ki; sanki o güzel yüzü kadar içi de, organları da tertemiz gibi gelmişti bize. Yanılmıştık; o çok hastaydı. Kalbinin güzelliğinden başka bir şey değildi, yüzündeki gülümseme. Nasıl anlayamadık hasta olduğunu?
Öldüğü gün kocaman bir kor düştü içimize. Altı yıl geçti ama hâlâ sönmeyen bir kor! O bir sevgiliydi, bir dost, bir arkadaş, hiç bir yerde tanık olamayacağınız kadar sadık ve tutkulu; hayata, iyiye, güzele, sevgiye tutkulu bir melekti.

Öldüğü sırada yanında değildim. Haberi geldiğinde üzüntümden kahroldum. Şimdi düşününce, ne kadar fedakâr olduğunu bir daha anlıyorum; Ölmeyi ertelemişti sırf beni çok üzmemek için acı çekmeye devam etmiş, ölmek için yanından uzaklaşmamı beklemişti. Gördüğüm en büyük fedakârlıktı onunki. Bir insanın yap(a)mayacağı bir özveri.
İşte; masum kızımız böyleydi.
Kızımızın adı mı neydi?  Onun adı Lessi…

Yazan: Özlem Y. Uçak

İzmir Kitap Fuarı 2013