17 Mart 2025 Edebiyat Haber Dergisinde Yayınlanan Söyleşi
Özlem Y. Uçak Aura Kitapları etiketiyle, Agora Yayınları’ndan çıkardığı yeni eserini okuruna sundu. Otizm Kapıyı Çalınca. Oğlu
Kerem’i kucağına aldığı andan itibaren gerçekle yüzleşmesine kadar geçen
süreyi, sonrasında bambaşka bir koşunun içine girdikleri serüveni tüm
samimiyetle anlattığı bu değerli eserini önemli buluyorum. Bu kitabın toplumda
bir farkındalık oluşmasına katkıda bulunacağına inanıyorum. Yolunun açık
olmasını yürekten diliyorum.
Kitabın birçok yerinin altını
çizerek okudum. Bu yüzden Özlem Y. Uçak’ın cümleleri üzerinden sorularımı
sormak istiyorum.
1. Sevgili Özlem; “Ben elinizdeki kitapta, kendimi, yani bir
otizmli annenin duygularını ve yaşadıklarını anlattım. Başımıza gelen şeyin
beni, bizi nasıl ve ne yönde değiştirdiğini, bu değişiklikle nasıl baş
ettiğimizi göstermek ve benim gibi annelerin, ebeveynlerin, bakıcıların
yaşadıklarını diğer insanların anlamasını sağlamak istedim,” diyorsun.
Kutsal bir iş yaptığını söylemeliyim. Bu kitap yaşadığın o başlangıç sürecini
yeni baştan hatırlaman ve o duyguları yeniden yaşamandı bir nevi. Aynı durum
içerisinde olan ailelerin de öğrenmesi açısından sormak isterim: Bu gücü
kendinde nasıl yarattın? Seni bu denli önemli sıkıntılar içinde ayakta tutan
neydi?
Cevap: Sevgili Nilgün söyleşiye
başlamadan önce, duygularımı yeniden ifade edeceğim bir ortam bana sunduğun
için çok teşekkür ediyorum. Ne kadar çok kişiye ulaşırsam o kadar faydalı
addediyorum kendimi.
İlk soruna gelirsek; evet haklısın,
kitabı yazarken başlangıçta yaşanan o bilinmezlik, çaresizlik duygusu yüreğimi
yeniden sardı. Bunlar geçmişte kalmalı, ben önüme bakmalıydım. Buna kitabımı
yazarak başlamalıydım. Yazmalıydım ki, özel aileler yalnız olmadıklarını
görmelilerdi.
Ama asıl beni teşvik eden şey,
otizmi herkese, toplumun her kesimine anlatmak, göstermek derdiydi. Bunu bir
tek yazarak yapabilirdim çünkü ben bir yazardım. Bunca yıl, onca öykü, iki
roman otizmle yaşadıklarımızı kelimelere dökebilmek için bir ön çalışmaydı galiba.
Öyle farklı bir dünya ki bu, anlatmalıydım. Görevimdi.
2. “Onun
benim dünyama geldiğini düşünüyordum. Ama aslında biz onun dünyasına
giriyorduk,” diyorsun.
Aslında o nasıl bilmediği bir dünyaya gelmişse siz de ebeveyn olarak aynı
derece bilmediğiniz dünyaya Kerem’le adım attınız. Bu cümle çok samimi bir
itirafla birlikte durumu kabulleniş. Ve en zoru da zorluğu bilmek, kabullenmek
sanırım. Yanılıyor muyum?
Cevap: Öyle önemli bir şey ki
kabullenmek, kabulleniş, artık her ne denirse… Özellikle bunu sorduğun için
teşekkür ederim. Otizm, ya da çoğunlukla yaygın gelişimsel bozukluk olarak
adlandırılan, bir spektrum. Spektrumdan kastım şu; her otizmli bireyde farklı
özelliklerin ortaya çıktığı, kalıpsal durumların olabileceği gibi her bir
kişide ayrı ayrı görünebilen bir nörolojik problemler bütünü. Bu açık bir tanım
olmadı fakat kabaca böyle özetlenebilir. Daha halk diliyle şöyle
söyleyebilirim; her parmağın izi farklı olduğu gibi her bir otizmli birey de
farklı. Bizim Kerem’in dünyasına girmemiz, anlamamız gerekiyordu. Tüm bunları
yapabilmemiz için ilk önce otizmin varlığını kabul etmeliydik. İtiraf
etmeliyim, kabullenmenin ardından başlangıçta kafamda deli gibi dönen pek çok
soru kendiliğinden çözüme ulaşmıştı. Sonrası ise, öğrenmek, empati kurmak,
adapte olmak.
3. Kitabından otizmin anne karnında
saptanabilen bir durum olmadığını öğreniyorum ve daha ilginci çok ileri yaşlara
kadar fark edilemeyebileceğini söylüyorsun. Bilimin otizme net bir çözüm
bulamadığından söz ediyorsun. Konuyla ilgili yayınları yakından takip
ediyorsun. Yazım süresinde kitaba giremeyen bir gelişme oldu mu? Hâlâ
bilinmezliği sürüyor mu?
Cevap: Tıp çok hızlı ilerliyor
fakat her nedense konu otizm ve benzeri gelişimsel bozukluklar olunca tıkanıp
kalıyor. Aslına bakarsan otizm yeni bir buluş değil. 1938’de Hans Asperger
adında bir bilim insanı tarafından tanımlanmış. Bunun öncesi de var. Sonrasında
Leo Kanner adında başka bir bilim insanı spektrumlu birkaç çocuk üzerinde
1943’te yaptığı çalışmada otizmin özelliklerini daha net açıklar hale gelmiş.
Üzerinden nerdeyse bir asır geçmek üzere. Bu sürede pek çok gerekçe çıkmış
ortaya. Kimi soğuk anne sendromu diyerek çocukları annelerinden ayırıp bir
bakımevine koymuş, kimi ise ilaç, elektroşok tedavileri ile insanları
sakinleştirmenin, düzeltmenin yolunu aramış. Fakat bunların hiçbiri
spektrumdaki bireylerin otizminin yok olmadığını gösteriyor. 90’lara
gelindiğinde görülüyor ki otizm dünyada hızla artıyor. Genetik faktörler,
çevre, hamilelik dönemi, annenin beslenmesi, birçok etki ortaya çıksa da
hiçbiri otizmin gerçek sebebi değil. Yani demem o ki; bunu çok üzülerek ve
hatta büyük bir çaresizlikle söylemeliyim, otizmin nedeni bilinmemekte.
4. “Mutlu
olmak, en azından herkes gibi bir hayat yaşamak için bu kadar emek, çaba
harcamanın sebebi neydi? Hayat neden bu kadar zordu? Ve tabii o bildik soru
dönüp duruyordu kafamda: Başımıza bu neden gelmişti?” Hayatı sorgulatan bir dönemin
içine girdin Kerem’le. Hala sorguluyor musun, bu dönem bitiyor mu? Daha
başka nasıl duygulara evriliyor?
Cevap: Bu hiç bitmez. Hep aklımızın
bir yerinde neden sorusu var. Bununla yaşamayı öğrenmek gerekiyor. Zaman
ilerledikçe anne babalarda bu soru şuna evriliyor; benden sonra çocuğuma ne
olacak? Bu öyle bir soru ve sorun ki diğer tüm duyguları bastırıp devleşiyor
kafamızda. Çocuğunun kendi başına ayakta kalabilmesi için çabalıyorsun bu
sefer. Kendi başına yaşayabilmesi için onu hazırlama derdine giriyorsun.
Yemeğini kendi yapsın, kendi başına alışverişini, özel bakımını yapabilsin,
kimseye muhtaç olmasın. Bir sonraki kitabım ergen ve yetişkin otizmlilerin
yaşadıkları ile ilgili olacak. Çünkü Kerem ergenliğe yaklaşıyor.
5. Eserinde önemle vurguladığın,
eğitim. Otizmli bir bireyin eğitimi. Ancak sadece o birey değil, ebeveynlerin
de bu eğitimi alması gerektiğine özellikle vurgu yapıyorsun ve dünyaya gelmiş
birini yeniden yaratmaya başlıyorsunuz. Bu konuda kimlere görev düşüyor bunu yeniden
söylemeni istiyorum. Bu ekonomik olarak da aileleri zorlayan süreçte kimler
sizin yanınızda olmalı yeniden seslenir misin?
Cevap: Bir diğer güzel soru daha.
İsterdim ki bir ilaç bulunsun çocuğum onu içsin ve her şey düzelsin. Bunun için
tüm varımı yoğumu koyardım ortaya. Fakat şu an elimizde eğitimden başka bir yol
yok. Ne yazık ki devletten yeterli eğitim desteği göremiyoruz. Otizmli bir
çocuğun haftada en az 30 saat özel eğitim alması gerekir. Devletin sağladığı sadece
2 saat. Kalan saatleri aileler kendi maddi imkânları ile almak zorundalar. Özel
eğitim almakla da bitmiyor. Spor, sanat, meslek eğitimleri vermek şart.
Nörogelişim gösteren bireylerle aynı eğitimi alamadıkları için onlara özel
programlar yapılmalı. Biz şu an üvey evlat gibiyiz. Devletin öz evladı olmak
istiyoruz. Tabii her şeyi devletten beklemek yanlış olur. Toplumdaki tüm
bireylerin otizmi tanımaları, büyük şirketlerin otizmli gençleri işe almaları
gerekir. İnanır mısın? Koca Türkiye'de otizmli istihdam edilmiş sayı 100 kişiyi
dahi bulmuyor. Bu gençler çalışabilir. Yeri geldiği için çağrı yapmak isterim.
Büyük şirketler! İşe alım programlarınıza otizmli personel alımını da ekleyin.
İnanın zarar görmezsiniz…
6. ABA derslerinden bahsediyorsun. ABA
dersleri ile birçok zorluğu aştın. Bu kitapta da çok önemli bir şey yapıyorsun
yardımcı bir eğitimden, sistemden bahsediyorsun, ailelere örnek oluyorsun.
Bilmeyenler duysun isterim: Bu eğitimden kısaca bahseder misin? Size katkıları
neler oldu?
Cevap: ABA ispatlanmış otizm eğitim
programlarından birisi. Zor bir eğitim. Hem uygulayıcı, yani eğitmen hem de
öğrenci için. Bu eğitimde yapılan her şey kanıta dayalı olmak zorunda. Somut,
gerçek verilerle ilerleniyor. Kitapta ayrıntısıyla anlattığım bir bölüm var.
Kapsamlı olmasının bir diğer sebebi ise ailelerin eğitime doğrudan katılmak
zorunda olması. Bu yöntemle günlük hayatta uygulanabilir bir program
hazırlanabiliyor. Böylelikle eğitim alan kişi masa başında oturarak değil
hayatını sürdürürken her an eğitim programına dâhil oluyor. Ben ABA terapiden
çok şey öğrendim. Kerem'e yaklaşımım ABA sayesinde doğru bir hale
geldi.
7.
“Otizm bir sosyal iletişim sorunu olduğuna göre
sanat bu sorunu sorun olmaktan çıkarabilecek mucize bir yöntem olabilirdi.
Otizmi sanat yenebilirdi.” Muhteşem
bir teşhis. Sen de öykü-roman yazarısın. Bu zorlu süreçte oğlunu sağlıklı birey
olarak yetiştirmek için sanata spora tutunuyorsun. Bunu herkesin duymasını
istiyorum Kerem’le neler yapıyorsunuz?
Cevap: Bu çocukların kendini ifade
edebilmeye ihtiyaçları var. Sanat bunu en güzel şekilde yapabiliyor. Daha
huzurlu ve sakin olmalarını sağlıyor. Bir otizmli çocuğun resim yaparken
stereotip hareketler yaptığını ya da sinirli olduğunu hiç gördünüz mü? Bu
mümkün değil. Resim yaparken, renklerle oynarken Kerem'in sakinleştiğini
görüyorum. Spor ise olmazsa olmaz. Hiperaktivitesini söndürmenin en sağlıklı
yolu. Kerem haftanın dört günü yüzme, bisiklet, masa tenisi, paten gibi
spor etkinlikleri yapıyor. Otizmli çocukların uzun saatler masa başında
olmalarının çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Bazı aileler sadece özel eğitim
aldırarak otizmin sönebileceğini düşünüyor. Yanlış bir kanı. Spor ve sanatla
içiçe hem de sokaklarda olmalılar, toplumun içinde bulunmalılar. Biz farklıyız.
Toplumun bizi kabul etmesi için saklanmak değil dışarda olmamız gerekiyor. Bu
kolay bir şey değil. Özellikle anne babaların yürekli olması gerekiyor. Ne
yazık ki dışarısı çok çetin.
8. “Bazen
onun gibi olmaya özendiğimi fark ediyordum. Sevmediği şeyi yapmak zorunda hissetmemek,
istemediği yemeği yememek, gülmek istediğinde etrafa aldırmadan gülüp ağlamak,
çığlık atmak. Bunlar özgürlüktü.” Bunu çok önemli bir itiraf olarak görüyorum. Sen
çocuğunu eğitirken o da senin olman gereken insan olman için mi çalışıyordu ne dersin?
Cevap: Bu hayatı kabul edip ona
göre yaşamaz isek bu ölüm demektir. Birbirimizden çok şey öğreniyoruz. Ben
Kerem’den çok şey öğreniyorum. En başta; insanlar farklıdır, herkes aynı olmak
zorunda değildir; bunu öğreniyorum. Empati kurmayı öğreniyorum. Yapılan her
şeyin mutlaka bir sebebi var. Hiçbir şey kendiliğinden olmaz, bunu öğreniyorum.
Sevginin gücünü, hayatın basitleştirilebileceğini… Hayata bakışım tamamen
değişti. Gerçek ben, kişiliğim, onunla ortaya çıktı. Ben oğluma çok teşekkür
ediyorum ve onun için her gün dua ediyorum.
9.
Otizmle
savaşırken aynı zamanda çevreyle de bir savaşa giriyor ebeveynler. Hangisi daha
ağır diye sorsam, zor bir soru olur. Bence ikisi de birbirinden ağır. Evladını
kabullenirken çevrenin de olurunu, onayını samimiyetini istemek. Antalya’da
üzücü bir olay yaşıyorsun, toplumun otizmle ilgili hiçbir fikri olmadığının ve
özellikle yargılamaktan hiç çekinmediğinin altını çiziyorsun. Bir daha benzer
olaylar yaşamamanı dileyerek bu süreçte bizler, edebiyat çevresi neler yapabiliriz?
Cevap: Otizmi sadece bir farklılık olarak
görmek gerekiyor. Eğer solaksanız sağ elinizi kullanamazsınız. Bu durum sizi
rahatsız etmez, çünkü yapınız budur ama çevrenizdekiler sol elinizle yazı
yazarken sizi tuhaf karşılar. Ta ki o kişiler solak biriyle uzun süre birlikte
olana kadar. Ortaokulda bir arkadaşım vardı. Sol elinle nasıl yazabiliyorsun,
bana çok tuhaf geliyor. Çok anormal geliyor, derdi. Son sınıfa geldik.
Arkadaşıma sordum hâlâ tuhaf geliyor mu solaklık, diye. Hayır, artık gelmiyor
demişti. Otizm de bunun gibi, otizmli insanlarla vakit geçirmek gerekiyor.
Neden ellerini sallıyor, neden konuşmuyor diyenler bir süre sonra bir başka
kişilerin yanında onu savunur hale geliyor.
Edebiyat çevresi çok şey yapabilir.
Onları yazabilir mesela. Bizim asıl tüm sanat, iş, STK topluluklarından bir
ricamız olur. Bu konuya daha çok yer vermeleri, insanları bilinçlendirmek için
çalışmalar yapmaları bizler için en güzel destek.
10. “Araştırmalarımdan
çıkardığım sonuç, eğitimle otizmin bastırılabildiğiydi; kaybolmuyordu, ancak
söndürülebiliyordu,” diyorsun.
Seni çok cesur ve başarılı buluyorum Özlem. Bu sürecin başarısı; kabullenmek ve
bilimle, sanatla yol almak diyebilir miyiz?
Cevap:
Tam üstüne bastın. Ayağını kaldır J Ve tabii eğitimle… Otizm
yok olan bir şey değil. Çünkü hastalık değil. İnsan otizmli doğar ve otizmli
ölür. Kendini geliştirerek toplumsal hayata adapte olur veya olamaz.
11. Topluma haykırarak söylemek
istediğin bir cümle var mı?
Cevap: Tüm farklılıklarımızla bizi
kabul edin, derdim. Tek bir cümle.
12. Söyleşi için çok teşekkür ediyorum
ve seni gönülden kutluyorum.
Cevap: Bu fırsatı bana verdiğin
için asıl ben teşekkür ederim. Yalnızlık hissi en kötü şey. Artık bu çabada
yalnız olmadığımı biliyorum. Sayende.
https://www.edebiyathaber.net/ozlem-y-ucak-bu-kitapta-beni-beni-tesvik-eden-sey-otizmi-herkese-toplumun-her-kesimine-anlatmak-gostermek-derdiydi/