VE PERDE
“Burayı hatırladın mı?”
“Her yer çok başka görünüyor. Neresiydi burası? Yavaşla da bir bakayım.”
“Eh Çağla! Nasıl unutursun? Eski sokağımızın köşesi işte. Ben bile çok iyi
anımsıyorum. Ne çok giderdik sinemaya…”
Çağıl sinema deyince birden kıvılcımlar çaktı. “Tabi ya. Anneciğim her
filme götürürdü bizi…” dedim ve sustum…
Bizim sokağın köşesinde
yılların Kültür Sineması vardır. Her ay en az bir yeni film gelir. Büyük renkli
afişler asılır. Bazen de günler hatta haftalarca sinema perdesinin açılmadığı olur.
O zamanlarda sabırsızlıkla yeni bir film gelmesini bekler, beklerken de kendi
filmlerimizi çekeriz arkadaşlarımla. Evet, evet film çekeriz. Her yer bizim
film setimizdir. Yazarız, kurgularız, oynarız.
Sonunda bu hafta başında
yeni bir film geldi. Bulutların arasından görünen gökkuşağı gibi afişi çarpıyor
gözlerime. Sevinçten çıldırıyorum. Annem
ve diğer çocuklarla hep beraber filmi izlemek için hafta sonunu iple çekiyorum.
İşte sonunda o an geldi.
Filmin başlamasına on dakika kala giriyoruz salona. İçim içime
sığmıyor. Bordo perdenin görkemli bir açılışla yerini beyaza bırakmasını
heyecanla bekliyoruz. Hiçbirimizden çıt çıkmıyor. Rengârenk ve masalsı
görüntülerin başlama anını saniye saniye özümsüyoruz. Işıklar sönene kadar
etrafı izliyor heyecanımı bastırmak için elimde sıkıca tuttuğum kese kağıdından
bir buzlu badem atıyorum ağzıma. Bademin serin ekşimsiliği çocuk dilimde
dolaşırken gözlerim büyüyor. Buzlu badem damağımda eridikçe sinemanın büyüsüne
daha da yaklaştığımı hissediyor ve heyecanlanıyorum.
Koltuğa kurulmak
benim için önemli, hemen oturmuyorum. Belki de hem yaş hem de boy olarak küçük
olduğum için sinema salonunun koltukları öyle büyük ki, uzay mekiği kaptanının
koltuğuna oturuyormuşum gibi geliyor bana. İşte o an tüm salon uzay aracına
dönüşüyor. Düşlerim ‘salondan uzay gemisinin’ içinde, ben de ‘kaptan koltuğunda’.
Uçmaya hazırım. Bundan sonra olacaklar gözlerim kadar gerçek. Hayallerim önümde.
Sanki kalbim atmıyor, nefes bile almıyorum. Büyülü ve renkli dünyanın içine
dalıp filmde oynamaya başlıyorum.
Arabamla havalanıyorum.
Tarihte geçmişe gidiyorum. Sonra ‘geleceğe dönüyor’, yetişkin halimi izliyorum.
Bir kameranın arkasında film çekiyorum. Hiç bitmeyen bir merak, bir tutku, bir
heyecan. Sinemanın büyüsüne kapılmış onunla nefes alıyorum ben. Bisikletimi
yıldızlı gökyüzüne doğru hızla sürüyorum. Sepetimde uzaylı yeni dostumla. Herkes
onu sevimli buluyor. Sihirli tozlardan alıp kötülerin üzerlerine döküyor, kafalarını
küçültüyorum. Bir yunusun kuyruğunda geziniyorum maviliklerde. Sonra bir köpek
balığı görüyor çıkıyorum korsan yelkenlisinin tepesine; serkeş bir korsan gibi
bakıyorum güneşi batıran ufka. Tüm bunları perdenin içine giriyor ve ben
yapıyorum. Bir aktris olmak değil derdim; ben, o karakterler olmayı seviyorum.
Bir ben değilim böyle.
Arkadaşlarım, Seren, Ongun, Devin ve Çağıl, beşimiz de aynı duygularla filmin
içindeyiz. Dünyaya tepeden bakıyoruz ayın üstünde. Her şey küçük, basit, sevimli.
Ve hepsi bize ait. Köpeklerimiz, fillerimiz ve foklarımızla hep beraber.
Kötülere karşı savaşacak uçaklarımız, oklarımız ve atlarımız var. Sadece bizim
bildiğimiz ve kullandığımız ağaç evimizin içi oyuncak ve kitaplarla dolu. Yırtık,
askılı şortlarımızdan çıkan cılız bacaklarımız çizik, çamurlu. Büyük
şapkalarımızın altında şakaklarımız terli…
Ama en favorimiz
uzaydır. Uzay gemisini çalıştırıyor dünyanın çevresinde tur atıyoruz. Ayın
kuyruğuna oturup ayaklarımızı sallayarak oltamızı gökyüzüne bırakıyoruz.
Hayallerin de ötesine gidiyoruz çoğu zaman. Aramızda kaç defa iddiaya
girmişliğimiz var. Hangisinin gerçek olacağına dair… Yılmadan, vazgeçmeden film
çekiyoruz. Kendi kurguladığımız filmlerimize aktörler buluyoruz. Benim
çekeceğim filmlerde Tom Cruise oluyor mutlaka. Gerçekten film çekeceğim zaman
belki de onu seçmeyeceğim halde mutlaka hayalimdeki sinemada oynatıyorum Tom’u.
Biz sokak çocuklarıyız. Sokakta
oynadığımız en ciddi oyundur bu. Adı bile vardır; “filmcilik”. Zamansız
bizim filmlerimiz, gecesi gündüzü yok. Yılı, yaşı yok. Hiçbir yere
sığdıramayız; ne evdeki kutuya ne de aklımıza. Sadece bize aittir. Film
çekerken o an, yaşadığımız o büyülü an gerçek oluverir. Beyaz perde
canlanıverir gözlerimizde. Bizim beyaz hayallerimizin adıdır, sinema…
***
Perde
kararlı ve işini bilen bir aktör edasıyla sessizce açılıyor. En sonunda
film başlıyor. Unuttuğum nefes ciğerlerime ferah bir havayla giriyor.
Düşlerimin izdüşümünü şimdi gözlerimle görüyorum. Hayallerimdeki kadar güzel ve
canlı. Kendimi ondan alamıyorum. Annem olabildiğince kısık bir sesle
bize sesleniyor. Sanki büyünün bozulmaması için özen gösteriyor. Sesini
kulağımın bir kenarında taze tutmak beni güvende hissettiriyor. O zaman
daha cesur, atak ve galiba çok daha tutkulu bir hayalperest oluyorum. Annem, Çağıl
ile benim elimizdeki soğuk kese kâğıdını alıp buz kesmiş parmaklarımızı ovuyor.
İşte o an gerçekle düşün birleştiği an oluyor. Annem olmasa, kendimi içinde
kaybedecek ve bu anın gerçek olduğuna inanamayacağım. Kolumdan tutup
oturtuyor beni. “Güzelce seyredin,” diyor. Sanki üzerinde çok düşünerek bulmuş
gibi bir cümleyle devam ediyor, “Bu anda kalın...” Bırakıyorum vücudumu
sinema koltuğuna ve ‘bu anda’ sadece filmi izliyorum. Tabi, hayâl ettiğim gibi
kaptan koltuğumda.
“Ne oldu? Sustun kaldın? Sorduğuma pişman etme beni!”
“Yok kardeşim yok. Aklımdan film çekiyordum. Tıpkı o günlerdeki gibi...
Özlemişim…”