27 Aralık 2021 Pazartesi

Film Eleştirisi : The Power Of The Dog ( Köpeğin Pençesi)


Filmin Adı: Köpeğin Pençesi
Orijinal Adı: The Power Of The Dog
Yönetmen: Jane Champion
Yapım Yılı: 2021
Eleştiren: Özlem Y. Uçak

Sinema tarihinde Altın Palmiye almış ilk kadın yönetmen olan Jane Champion’in son filmini izledim geçen gün. The Power Of The Dog.

Thomas Savage’in 1967’de çıkan romanından uyarlanmış. Neowestern tarzında ve bana göre çok ilgi çekici.  Filmin izleyiciye yansıttığı atmosfer, ‘western’in üstüne başka şeyler de koyuyor. İçsel gerilimin insan ilişkilerine nasıl yansıtıldığı ile ilgili. Duygular ve hisler yine ön planda. Yani film western gibi görünüyor fakat tam bir drama.

Filmde birbirine zıt iki erkek kardeşin hayatını izliyoruz. Aynı evde hatta aynı odada yaşayan kardeşlerin uyumsuzca sürdürebildikleri hayatı, ılımlı, sevecen daha sempatik görünen George’un ( Jesse Plemons) genç bir anne olan Rose ( Kristen Dunst) ile evlenmesiyle değişir.  


Phil ( Benedict Cumberbatch) ağabeydir. George’a göre liderlik vasıfları daha kuvvetli, herkesin çekindiği, sert biridir. Ama aslında, içine kapalı ve biraz da hassas olduğunu ilerleyen sahnelerde yakalıyoruz. (Tek başına kaldığında gözlerinin dolması.)

Phil, kardeşinin eşi olarak eve yerleşen Rose’a adeta savaş açar Kardeşini kıskanır, ev düzeninin bozulması onu çok rahatsız eder. Rose’u hiç sevmediğini aleni olarak gösterir.

Rose karakterine gelince; onun sorunu bambaşka, başka bir film konusu. Bu film erkek bakışı filmi. Rose’a burada erkek bakışıyla bakmaya çalışıyoruz. Sıkıntılarını alkolle unutmaya ve zayıflığını kapatmaya çalışan, dul, genç, güzel bir kadın. George ile evliliğinin bir aşk evliliği olmadığını biliyoruz. 

 Rose’un 1925 Montana’sındaki kovboy hayatına tamamen zıt yapıdaki genç oğlu Peter vardır bir de.

Peter aslında cerrah olmak isteyen annesine düşkün, idealist bir delikanlıdır. Yumuşak tavırları etraftaki kovboyların ilgisini çeker. Oysa Peter’in içinde yatan bir güç vardır. Görüntüsünün aksine cesur, kararlı ve akıllı bir gençtir. Ve Phil bunu zamanla görür. Phil, maskülen yapısının gücü ve çekiciliğiyle narin genç Peter'i kendi tarafına çekmeye çalışır. Ona at binmeyi, yular örmeyi, silah kullanmayı öğretmeye başlar. Annesinin (Rose'un) yetiştirme şekline ters düşen bir yaklaşım göstererek, genci kendi tarafına çekmek ve böylelikle Rose'un gitmesini sağlamaya çalışmaktır ağabeyimiz Phil'in amacı. 

Phil’in psikolojik bunalımlarını izlerken onun neden böyle olduğunu çözmeye çalışırken buluyoruz kendimizi. Neden bu kadar kaba, soğuk ve sert olduğunu tek başına kaldığı zamanlarda gözlerinden akan yaşlarda görüyoruz. Yalnızlık. Peter’e yaklaşması başlarda Rose’dan intikam almak ve Peter’i Rose'un istemediği şekilde kötü etkileyerek kadının yılmasını ve gitmesini sağlamak. Fakat zaman ilerledikçe aslında Peter’in  zayıf biri olmadığını anladıkça onu sevmeye başlar. Burada bazı ince, gizil kırılma noktaları vardır.

İşte bu esnada birden narin genç Peter’a yoğunlaşıyoruz. (Filmin ilk sahnelerinde, sevimli bir tavşanı öldürüp karnını deşip soğukkanlı bir şekilde onu kobay gibi incelemesi bize Peter’in normal olmadığının sinyallerini vermiyor değil). Peter’in bazı gerçekleri en baştan beri gördüğünü ve bazı kararlar aldığını en sonunda fark ediyoruz!


Phil her gün batımında çitliğin karşısındaki dağlara yansıyan gölgelere bakarak diğer kovboylara orada ne gördüklerini sorar. Fakat onun gördüğünü kimse görmez. Bir gün Peter’a sorar. O bir köpek gördüğünü söyler. Phil çok şaşırır, çünkü o da köpek görüyordur. Köpek pençesi.

Film, sahnelerini tamamlayan müziğiyle birlikte muhteşem bir drama.  Kadın draması erkek draması diye bir ayrım yapılamaz ancak bu filmde Phil’in draması yani bir erkeğin draması var. Bunu düşünmemdeki ana sebep şu oldu; onun yerine bir kadın olsaydı hikâye böyle ilerlemezdi. Bunu iyi ya da kötü anlamda değil sadece erkek ya da kadın bakış açılarının farkını göstermek adına söylemek isterim.

Filmin en etkili yanı, Phil’in sert güçlü duruşu ve kendi başına kaldığında sessizce akan gözyaşları. Acımasız görüntüsünün altında üzgün ve mutsuz bir adamın yalnızlığı.

Diğer etkili yan ise, narin gencimiz Peter'in duruşu ve gizil gücü. Bunu izlerken görmeniz daha keyifli olacaktır...

Film Tom Savage romanının uyarlaması. Yönetmeni bir kadın olunca haliyle kadın gözüyle uyarlama. Sahneler, dekor hepsinde kadın gözü olduğunu hissetmek, hem de bir western için, filme farklı bir hava verdiği kesin.


Western macerası sevenleri, aksiyon bekleyenleri hayâl kırıklığına uğratır mı bilmiyorum fakat iyi bir drama, iyi bir içsel bakış ve çözümleme uyarlaması sevenleri asla hayâl kırıklığına uğratmaz. Görüntülerin sade, rahatlatıcı ve dingin olması o dönemi yansıtıyor ve bizi filmin içine tamamen sokuyor. Siz de izleyin ve 1925 yılında bir çiftlikte yaşanan bu hikâyeyi keyifle yaşayın.

 

 

4 Aralık 2021 Cumartesi

Başlamak

 

Otizmi ilk duyduğum günü hiç unutmadım. 10 Mart 2018 cumartesi… O gün kreş pedagogunun önerisi ile bir konuşma terapistine gitmiştik. Anne babası olarak amacımız birkaç seansla Kerem’in konuşmasını hızlandırabilmekti. Sağlıklı, sevgi dolu bir çocuktu, anne sütü alıyor, düzenli besleniyor ve uyuyordu. Mutluydu, neşeliydi. Kerem 25 aylıktı ve bir tek kelime, hece dahi konuşmuyordu.

Bu tarihten biraz daha önceye gitmek isterim.

Kerem bir buçuk yaşına girdiğinde babası ona bir araba aldı. Kerem arabaya baktı, altına üstüne dokundu, tekerleklerini elledi ve bir kenara koydu. “hadi araba sürelim”, der eline tutuştururduk, birkaç dakika tutar yine bırakırdı. Ertesi hafta altı parçalı hayvan resimleri olan bir yapboz koydum önüne. İki parçayı birleştirdiğini gördüm. Daha önce hiç yapboz yapmamışken bunu yapabiliyor olması gurur vericiydi. Varsın arabayla oynamasın, topu atmasın, yapbozu yapıyor ya, dedik. Bilmiyorduk, bambaşka sebebi vardı.

 İşte, biz oğlumuzun önemli bir sorunu olmadığını düşünerek konuşma terapistinin yanına gitmiştik. Sadece konuşma konusunda yardım edecek diye düşünüyorduk. Bırakın buzdağının saklı yerini, ufacık kısmını gördüğümüzün bile farkında değildik. Otizm hayatımıza çoktan girmişti. Ya da şöyle demeliyim, otizm hayatının içine biz giriyorduk.

“Siz bir test yaparak bunu nasıl çözdünüz, nasıl anladınız? Diye sordum. İlk aklıma gelen soru bu olmuştu, “nasıl anladınız?” Aslında bu soru şu demekti, yanılıyorsunuzdur belki, yaptığınız test ve teşhis yanlış olamaz mı?

Ama maalesef yanlış değildi.

Kerem oyun bölümündeki oyuncaklarla oynarken, uzman arada Kerem’e sesleniyordu, o dönüp bakmıyordu. “Sevdi oyuncakları”, dediğimi hatırlıyorum. O an uzmanın yüzündeki ifadeyi hiç anlamamıştım ama şimdi biliyorum, o ifade kaygıydı.

Biz görüşmeden çıktık. Bu adam ne dedi öyle dedik, birbirimize. Otizm de nereden çıkmıştı? İşte o cumartesi bizim hayatımızın değişmeye başladığı ilk gün oldu.

Kerem oyuncaklarla oynamaz, adına bakmazdı. Oturduğu yerde ileri geri sallanmasının, gece ağlayarak uyanıp uykuya saatler sonra dalmasının sebebinin otizm olduğunu öğrendiğimizde bunun durdurulması gereken tehlikeli bir canavar olduğunu anlamıştık. Biz onu susturmazsak o oğlumuzu gücü altına alacaktı.  

RAM’dan (Rehberlik Araştırma Merkezi) çıkacak raporu beklemedik. Hiç vakit kaybetmememiz gerekiyordu. Özel eğitim merkezimizle ( Özem Özel Eğitim Merkezi) iletişim kurduk ve derslere hemen başladık.

Kerem sınıfta öğretmenle yalnız kalamıyor, sandalyede oturmuyor, masadaki materyallerle ilgilenmiyor, göz kontağı kurmuyordu. Konsantrasyonu hiç yoktu. Oyuncaklar hiç ilgisini çekmiyordu. Sadece bir materyal eline alıyor ve yalnızca onunla ilgileniyordu. Özel eğitimcimizle sıkı ve yoğun bir program başladık. İlk derslerde ben de girdim. Hem yapmam gerekenleri öğreniyor hem de Kerem’in dikkatini derse yoğunlaştırması için yardım etmeye çalışıyordum. Böyle haftalar geçti.

Kerem 3 yaşına girmişti. Her şey öyle yavaş ilerliyordu ki sabretmek çok zordu. Hayâl kırıklıklarıyla doluydu her günümüz. Onu anlamakta güçlük çekiyorduk. Onun bizi anlamakta daha da zorlandığını görüyor bundan dolayı kendimizi çaresiz hissediyorduk. Sonra bir gün Kerem’e ismini söyleyince, dönüp baktı. Bu bir mucizeydi. Sırf bunun için aylarca uğraşmıştık. Emeklerimizin karşılığını almaya başlıyorduk. Daha yoğun eğitim alarak açığımızı kapatmalıydık. Haftada 2 ders ile başladığımız eğitimi 4 e daha sonra 6 derse çıkardık. Yoğun eğitime evden katkı sağlayarak hızla aşama kaydetmesini sağlamak bizim görevimizdi. Bunu yılmadan yapmalıydık ve azimle.

Şimdi Kerem 6 yaşında. Haftada 12 ders alıyor. Artık göz kontağı kuruyor, adına bakıyor. Merhaba diyor. Nasılsın sorusuna iyiyim, diye yanıt veriyor. Kerem çok yol kat etti. Fakat eğitim süreğen bir şeydir. Her aşamadan sonra bir sonrakine geçmeliydik. Bunu ABA eğitimi ile başardık. Kerem, alfabeyi rakamları, renkleri, hayvanları öğrendi. Onları gördüğünde veya duyduğunda anlamlarını biliyor hale geldi. Kerem şu anda adını ve soyadını yazabiliyor. Tek rakamları toplayabiliyor.

Evde yaşadığımız zorluklar o öğrendikçe kolaylaştı. İhtiyaçlarını ifade edebildikçe yaşadığı sıkıntılar ve davranış bozuklukları yok denecek kadar azaldı. İnsanlardan kaçan çocuk kapı çaldığında kapıyı açan ve merhaba diyen bir çocuk oldu. Ne kadar çok eğitim alırsa kendini o kadar iyi ve güçlü hissedeceğini ve hayatını değerli ve güzel yaşayabileceğini çalışarak çözümlenemeyecek bir şey olmadığını bize gösterdi.

Kerem, otizmi ilk duyduğumuz günden bu yana çok yol ilerledi. Bunu özel eğitim sayesinde başardık. Daha çok yolumuz var. Bir yerden başlamak yolun yarısıdır derler. Fakat otizmde başlamak sadece yolun başı. Her ne olursa olsun otizm bitmeyecek bir şey olduğunu biliyoruz ama şunu da biliyoruz ki Kerem onun himayesine girmeyecek. Çünkü bunun için elimizden geleni her zaman yapacağız.

Özlem Uçak

Kerem’in annesi