Filmin Adı: Köpeğin Pençesi
Sinema tarihinde Altın Palmiye almış ilk kadın
yönetmen olan Jane Champion’in son filmini izledim geçen gün. The Power Of The
Dog.
Thomas Savage’in 1967’de çıkan romanından uyarlanmış.
Neowestern tarzında ve bana göre çok ilgi çekici. Filmin izleyiciye
yansıttığı atmosfer, ‘western’in üstüne başka şeyler de koyuyor. İçsel
gerilimin insan ilişkilerine nasıl yansıtıldığı ile ilgili. Duygular ve hisler
yine ön planda. Yani film western gibi görünüyor fakat tam bir drama.
Filmde birbirine zıt iki erkek kardeşin hayatını
izliyoruz. Aynı evde hatta aynı odada yaşayan kardeşlerin uyumsuzca
sürdürebildikleri hayatı, ılımlı, sevecen daha sempatik görünen George’un (
Jesse Plemons) genç bir anne olan Rose ( Kristen Dunst) ile evlenmesiyle
değişir.
Phil ( Benedict Cumberbatch) ağabeydir. George’a göre liderlik vasıfları daha kuvvetli, herkesin çekindiği, sert biridir. Ama aslında, içine kapalı ve biraz da hassas olduğunu ilerleyen sahnelerde yakalıyoruz. (Tek başına kaldığında gözlerinin dolması.)
Phil, kardeşinin eşi olarak eve yerleşen Rose’a adeta savaş açar Kardeşini kıskanır, ev düzeninin bozulması onu çok rahatsız eder. Rose’u hiç sevmediğini aleni olarak gösterir.
Rose karakterine gelince; onun sorunu bambaşka, başka bir film konusu. Bu film erkek bakışı filmi. Rose’a burada erkek bakışıyla bakmaya çalışıyoruz. Sıkıntılarını alkolle unutmaya ve zayıflığını kapatmaya çalışan, dul, genç, güzel bir kadın. George ile evliliğinin bir aşk evliliği olmadığını biliyoruz.
Rose’un 1925 Montana’sındaki kovboy hayatına tamamen zıt yapıdaki genç oğlu Peter vardır bir de.
Peter aslında cerrah olmak isteyen annesine düşkün, idealist bir delikanlıdır. Yumuşak tavırları etraftaki kovboyların ilgisini çeker. Oysa Peter’in içinde yatan bir güç vardır. Görüntüsünün aksine cesur, kararlı ve akıllı bir gençtir. Ve Phil bunu zamanla görür. Phil, maskülen yapısının gücü ve çekiciliğiyle narin genç Peter'i kendi tarafına çekmeye çalışır. Ona at binmeyi, yular örmeyi, silah kullanmayı öğretmeye başlar. Annesinin (Rose'un) yetiştirme şekline ters düşen bir yaklaşım göstererek, genci kendi tarafına çekmek ve böylelikle Rose'un gitmesini sağlamaya çalışmaktır ağabeyimiz Phil'in amacı.
Phil’in psikolojik bunalımlarını izlerken onun neden böyle olduğunu çözmeye çalışırken buluyoruz kendimizi. Neden bu kadar kaba, soğuk ve sert olduğunu tek başına kaldığı zamanlarda gözlerinden akan yaşlarda görüyoruz. Yalnızlık. Peter’e yaklaşması başlarda Rose’dan intikam almak ve Peter’i Rose'un istemediği şekilde kötü etkileyerek kadının yılmasını ve gitmesini sağlamak. Fakat zaman ilerledikçe aslında Peter’in zayıf biri olmadığını anladıkça onu sevmeye başlar. Burada bazı ince, gizil kırılma noktaları vardır.
İşte bu esnada birden narin genç Peter’a yoğunlaşıyoruz. (Filmin ilk sahnelerinde, sevimli bir
tavşanı öldürüp karnını deşip soğukkanlı bir şekilde onu kobay gibi incelemesi
bize Peter’in normal olmadığının sinyallerini vermiyor değil). Peter’in
bazı gerçekleri en baştan beri gördüğünü ve bazı kararlar aldığını en sonunda
fark ediyoruz!
Phil her gün batımında çitliğin karşısındaki dağlara yansıyan gölgelere bakarak diğer kovboylara orada ne gördüklerini sorar. Fakat onun gördüğünü kimse görmez. Bir gün Peter’a sorar. O bir köpek gördüğünü söyler. Phil çok şaşırır, çünkü o da köpek görüyordur. Köpek pençesi.
Film, sahnelerini tamamlayan müziğiyle birlikte
muhteşem bir drama. Kadın draması erkek draması diye bir ayrım
yapılamaz ancak bu filmde Phil’in draması yani bir erkeğin draması var. Bunu
düşünmemdeki ana sebep şu oldu; onun yerine bir kadın olsaydı hikâye böyle
ilerlemezdi. Bunu iyi ya da kötü anlamda değil sadece erkek ya da kadın bakış
açılarının farkını göstermek adına söylemek isterim.
Filmin en etkili yanı, Phil’in sert güçlü duruşu ve
kendi başına kaldığında sessizce akan gözyaşları. Acımasız görüntüsünün altında
üzgün ve mutsuz bir adamın yalnızlığı.
Diğer etkili yan ise, narin gencimiz Peter'in duruşu ve gizil gücü. Bunu izlerken görmeniz daha keyifli olacaktır...
Film Tom Savage romanının uyarlaması. Yönetmeni bir
kadın olunca haliyle kadın gözüyle uyarlama. Sahneler, dekor hepsinde kadın
gözü olduğunu hissetmek, hem de bir western için, filme farklı bir hava verdiği kesin.
Western macerası sevenleri, aksiyon bekleyenleri hayâl kırıklığına uğratır mı bilmiyorum fakat iyi bir drama, iyi bir içsel bakış ve çözümleme uyarlaması sevenleri asla hayâl kırıklığına uğratmaz. Görüntülerin sade, rahatlatıcı ve dingin olması o dönemi yansıtıyor ve bizi filmin içine tamamen sokuyor. Siz de izleyin ve 1925 yılında bir çiftlikte yaşanan bu hikâyeyi keyifle yaşayın.